14 Eylül 2008 Pazar

Demokrasi

Rejimlerin geleneksel tanımlarına baktığımızda, görürüz ki açıklamalar iktidardaki kişi sayısına göre yapılmaktadır. Buna göre monarşi tek kişinin, oligarşi birkaç kişinin, aristokrasi bir sınıfın yönetimi iken, demokrasi halkın yani çoğunluğun yönetimidir. İnsanoğlu tarih boyunca çeşitli yönetim biçimlerini deneyerek en uygun yönetim biçimi olarak demokrasiyi benimsemiştir. Peki demokrasi ne demektir, genel hatları ile temel özellikleri nelerdir, onu mümkün kılan özellikler ve çeşitleri ile onları birbirlerinden ayırmamızı sağlayacak kriterler hangileridir?

Kelime anlamıyla Demokrasi
Demokrasi; Grekçe’de halk anlamına gelen demos ve iktidar anlamına gelen kratos
kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuş bir terimdir. Böylece demokrasinin kelime anlamı halk iktidarı, halkın yönetimi veya halkın kendi kendini yönetmesi şeklinde özetlenebilir. Ancak şu da bir gerçek ki demokrasinin etimolojik bu anlamı dışında üzerinde mutabık olunulan her hangi başka bir anlamı da yoktur. Fransız hukukçu-siyaset bilimci Maurice Duverger’in de belirttiği gibikendi kendini idare eden hiç bir halk görülmemiş ve hiç bir zaman da görülmeyecektir.”; bizim de buradan çıkartabileceğimiz sonuç demokrasinin kelime anlamına değinirken aslında tanımlamanın sadece bir slogan olarak kalmış olmasıdır.
Ancak bu yaygın ve temel tanımı ele alınarak kimi eklemeler yapılabilir demokrasinin kelime anlamına. Örneğin demokrasi yalnızca halk tarafından yönetim olarak tanımlanmakla kalmamalı, aynı zamanda Başkan Abraham Lincoln’un ünlü ifadesiyle halk için idare, yani halkın tercihleri doğrultusunda yapılan bir yönetim olarak tanımlanmalıdır.[1] Diğer yandan, vurgulamak gerekir ki; “halkın iktidarı” deyimi, yalnızca eksiltili bir deyimden ibarettir. Deyim bir sürenin başlangıcını anlatmaktadır, ama onu bir sonuca bağlamamaktadır. Çünkü iktidar bir kimse üzerinde kullanılır ve yönetme yönetilenin varlığını gerektirir. Kimin üzerinde halkın iktidarı? Halk egemenliğinin nesneleri, yöneldiği kimseler kimlerdir?[2] Özetle demokrasinin aslında belirsizliklerden ibaret olduğunu söyleyebilir ve ekleyebiliriz ki; demokrasi hakkındaki belirsizliğin altında yatan neden, demokrasinin ne olması gerektiği konusundaki karışıklıktır. Çünkü demokrasi sözcüğünün anlamı birden çok kez, birden çok yönde değişmiştir.[3]

Demokrasinin Temel Nitelikleri
Demokrasinin genel kabul görmüş bir tanımı olmamakla beraber, yapılan tanımlardan da istifade ile bir kısım temel ve vazgeçilmez niteliklerini ortaya koyabiliriz. Bir rejimin demokratik olup olmadığı, bu nitelikleri taşıyıp taşımadığına göre anlaşılabilir. Bugün şekil olarak demokratik olan ve olmayan yönetimler arasında çok fark yoktur. Anayasa, meclis, parti, seçim vs. çoğu dikta rejimlerinde de vardır. Batı demokrasilerini diğer rejimlerden ayırmaya çalışsak ve onların şeklini esas alsak, şeklen aynı, fakat muhteva olarak demokrasi ile ilgisi olmayan veya en azından beklenen fonksiyonları yerine getiremeyen rejimlerle karşılaşmamız mümkün olduğundan, maksat bakımından bize fayda sağlamayacaktır. Bunun için demokrasi ile sağlanan şeyin ne olduğuna bakarak, şekli bir tarafa bırakacağız. Konuya bu açıdan yaklaşarak demokrasinin anlaşılmasında esas olacak niteliklerine geçelim:
1-Yönetime Katılma
Demokrasinin en vazgeçilmez fonksiyonu halkın yönetime katılmasıdır. Nitekim kimi yazarlar demokrasiyi "katılım" olarak tarif etmekte, kimi yazarlar ise katılımı "demokrasi için zorunlu"bulmakta fakat yeterli görmemektedirler. Buradan da anlaşılacağı gibi katılım kavramı, demokrasinin özünü ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Ancak diğer ilkelerden bağımsız olarak alınırsa bu özelliğini kaybedebilir.
2-Hürriyet
İnsanların tercihlerini hür olarak kullanamadıkları bir durum, gerçekte onların hiç bir tercih yapmamaları ile eşanlamlıdır. Yani hürriyet yoksa demokrasi yoktur. Hür olmayan katılım, demokratik değildir.
3-Çoğunluk İktidarı ve Azınlık Hakları
Demokrasi; monarşi, oligarşi ve aristokrasinin aksine çoğunluk iktidarını savunur. İster temsili, ister doğrudan yönetim olsun, çoğunluk eğiliminin iktidar olduğu, ama azınlıkların da siyasi temsile hak sahibi bulundukları sistemdir demokrasi.
4-Çoğulculuk
Demokrasi hür bir ortamda farklı fikirlerin bir arada bulunmasını ve serbestçe kendilerini ifade etmelerini gerektirir. Burada sistemin farklılıklara müsamahası veya müsaadesi değildir söz konusu olan, sistemin kendisi için çoğulculuk gerekmektedir, çünkü sistem buna dayanmaktadır. Davit Spitz bunu; "bütün hükümet sistemleri ve şekilleri içinde yalnız demokrasi fikir çatışmasını devletin temeli addeder" şeklinde ifade etmektedir.
5-Hukuk Devleti
Gerçek anlamda yalnız demokrasilerde idare bütün eylem ve işlemlerinde kanuna dayanmak zorundadır ve idare edilenler yanında idare edenler de kanunlara uymaya mecburdur. Demokraside idare edenler, idare edilenlere karşı anayasa çerçevesinde sorumludur. Keyfi idare asla söz konusu olamaz. Kaynağını kanundan almayan hiç bir yetki kullanılamaz. Hukuk devletinde idare etme yetkisi kanuna dayandığı gibi, kanunlar anayasa ve evrensel hukuk prensiplerine aykırı olamaz ve kanuna aykırı bir muamele de yapılamaz. Batı Demokrasisinin bu nitelikleri, onun; olmazsa olmaz nitelikleridir. Bunlardan yalnız biri eksikse o sistem demokrasi olamaz.
[4]
Yukarıda alıntılar ile detaylandırdığım niteliklerle beraber, demokrasinin başarılı olması için belirgin yöntemsel kuralların takip edilmesi ve insan haklarına saygı duyulması gereklidir. Kendisine bu tür sınırlamalar yüklemeyen, kendi yöntemlerine ait "kanun hükümleri"ni takip etmeyen herhangi bir idare demokratik olarak düşünülmemelidir. Bu yöntemler tek başına demokrasiyi açıklamaz, fakat onların varlığı demokrasinin devamlılığı için vazgeçilmezdir. İşin aslı, bunlar demokrasinin, varlığı için gerekli fakat yeterli olmayan koşullarıdır.
Robert Dahl, modern siyasi demokrasinin (ya da onun ortaya koyduğu şekilde, "poliarşi"nin var olması için bulunması gereken "minimum yöntemsel" şartlar adını verdiği, genel olarak en çok kabul gören noktaların listesini sunmuştur:
1-Hükümetin politika ile ilgili kararlarının kontrolü, anayasa tarafından yetkilendirilen seçilmiş memurlara verilmiştir.
2- Seçilmiş memurlar, baskının nispi olarak az kullanıldığı, sık yapılan ve dürüstçe idare edilen seçimler vasıtasıyla seçilir.
3- Pratikte bütün yetişkinlerin memur seçimlerinde oy kullanma hakkı vardır.
4- Pratikte bütün yetişkinlerin hükümetteki memurluklar için seçimlere girme hakkı vardır.
5- Vatandaşların, şiddetli cezalandırılma tehlikesi olmadan politik meseleler hakkında kendilerini ifade etme hakları vardır.
6- Vatandaşların alternatif bilgi kaynaklarını araştırma hakkı vardı. Dahası, alternatif bilgi kaynakları mevcuttur ve kanun tarafından korunurlar.
7- Vatandaşların aynı zamanda, bağımsız siyasi partiler ve çıkar grupları da dahil olmak üzere, nispi olarak bağımsız birlikler veya organizasyonlar oluşturma hakları vardır.
8- Halk tarafından seçilen memurlar, seçimle gelmemiş memurların yetkilerini aşan (her ne kadar gayriresmi olsa da) muhalefete maruz kalmadan, anayasal güçlerini kullanabilmelidirler.
9- İdare kendi kendini yönetiyor olmalıdır; bazı başka kapasitesini zorlayan politik sistemlerin empoze ettiği baskılardan bağımsız olarak hareket edebilmelidir
.[5]
İlk beş temel nitelik doğrultusunda demokrasinin ne olduğu anlaşılmakta ve cisimsel daha somut bir tabana oturtulmaktadır ve diğer rejim biçimlerine oranla sahip olduğu farklılıklar anlaşılmaktadır. Daha sonra sıraladığım dokuz madde ise Robert Dahl “poliarşi” adını verdiği esrinde belirttiği gerçek demokrasilerde olması gereken temel niteliklerdir, ki bu temel niteliklerin bir kısmı demokratik özgürlükleri içerirken geri kalan bir kısmı ise klasik bir demokrasi değeri olan eşitliği içermektedir ve bu tüm temel nitelikler böylece kendi içinde bir tanım oluşturmaktadır

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Yunanca demokratia (δῆμος, yani demos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratia iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlarda demokrasi ile yönetilebilirler.
Demokrasinin ana yurdu olan Eski Yunan'daki filozoflar Aristo ve Eflatun demokrasiyi eleştirmiş, o zamanlarda halk içinde "ayak takımının yönetimi" gibi aşağılayıcı kavramlar kullanılmıştır. Fakat demokrasi diğer yönetim şekillerinin arasından sıyrılarak günümüzde en yaygın olarak kullanılan devlet sistemi haline gelmiştir. Artık siyaset bilimciler hangi sistemin daha iyi işlediğinden çok hangi demokrasinin daha iyi işlediği tartışmalarına girmişler ve liberal, komünist, sosyalist, muhafazakar, anarşist ve faşist düşünürler kendi demokratik sistemlerinin erdemlerini ön plana çıkarmaya çalışmışlardır. Bu sebeple demokrasinin çok fazla sayıda değişik tanımı oluşmuştur.

Demokrasi Çeşitlerinin Listesi
  • Atina demokrasisi
  • Çoğulcu demokrasi
  • Çoğunlukçu demokrasi
  • Doğrudan demokrasi
  • Liberal demokrasi
  • Marksist demokrasi
  • Oydaşmacı demokrasi
  • Parlamenter demokrasi
  • Plebisitçi demokrasi
  • Sosyal demokrasi
  • Temsili demokrasi
  • Demarşi
Tanımı
Demokrasinin tanımı tartışması günümüzde hala devam eden bir tartışmadır. Bunun sebepleri:ülkelerdeki bazı kurumların görüşlerini haklı çıkartmak adına demokrasi tanımını kullanmaları, demokratik olmayan devletlerin kendilerini demokratik olarak tanıtma çabaları ve aslında genel bir kavram olan demokrasinin tek başına kullanılması (Anayasal demokrasi, sosyal demokrasi, liberal demokrasi vb.) gibi sebepler gösterilebilir. Demokrasiye farklı atıflar şu şekilde sıralanabilir:
  • Çoğunluğun yönetimi
  • Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim
  • Fakirin yönetimi
  • Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim
  • Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim
  • Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim
Halk
Çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun demokrasilerin ortak yönü halka dayanmasıdır. Günlük hayatta halk, bir ülkede yaşayan tüm insanları kapsadığı düşünülse de pratikte demokrasi, tarihinden beri –sürekli olarak genişletilse de- halka bir sınırlama koymuştur. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonra yapılan seçimlerde oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınıyordu, ABD’de güney eyaletlerdeki siyah ırkın ilk kez oy kullanabildiği tarih 1960’tı; kadınlara ise oy kullanma hakkı ise 20. yüzyıla kadar hiçbir ülkede verilmemiştir. Bu verilere, halkı oluşturan bireylerin öz-iradelerinden kaynaklanan mutabık olmama durumunu da katarsak; pratikte halk çoğunluk anlamına dönüşür.
Demokrasiye yapılan atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy vermenin yanında referandumlar gibi doğrudan etki yoluyla veya miting, gösteri gibi dolaylı yollarla sağlanır.

Demokrasi Tarihçesi

Antik Çağ
Demokrasi ilk olarak Eski Yunanistan'da, şehir-devletlerinde uygulandı. Doğrudan demokrasiye çok yakın olan bu sistem Atina demokrasisi olarak da anılır. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti fakat o günün koşullarına göre kadınlar, köleler ve o şehir-devletinde doğmamış olanlar (metikler, yerleşik yabancılar) bu haklara sahip değillerdi. Bu sistemin en güçlü uygulayıcısı olarak Atina'yı ele alırsak: M.Ö. 4. yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Bu nüfusun 100.000'i Atina vatandaşı ve Atina vatandaşları arasında da sadece 30.000'i oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusu bulunduğu tahmin edilir.
Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsili demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi. Bununla beraber, Eski Hindistan'da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsili demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu söylenebilir.

Orta Çağ
Orta çağda demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) ilan edilmesidir. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti.
Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Örneğin İtalyan şehir devletlerinde, İskandinav ülkelerinde, İrlanda'da ve değişik ülkelerde bulunan küçük otonom bölgelerde demokrasinin prensiplerinden seçim yapılması, meclis oluşturulması gibi uygulamalar oluyordu. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.

18. ve 19. Yüzyıllar
18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızlıca yükselen bir değer haline gelmiştir. Bu yüzyıllardan önce demokrasi büyük devletlere değil, sadece küçük topluluklara uyan bir hükümet şekli olarak anılıyor ve esas itibariyle doğrudan demokrasi olarak tanımlanıyordu. Amerika'nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen amerikan anayasası hükümetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlıyordu. Bundan daha önce de koloni döneminde Kuzey Amerika'daki kolonilerin birçoğu demokratik özellikler taşıyordu. Koloniden koloniye farklılaşmakla beraber, hepsinde belli miktarda vergi veren veya istenen bazı sıfatları karşılayabilen beyaz erkeklerin seçme hakları vardı. Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük ve oy verme hakkı tanınması ile demokrasinin gelişme süreci içerisinde bir adım daha atılmış oldu.
1789 Fransız Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlamento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükümeti yetişkin ve belli miktarda vergi veren erkeklerin oy vermesiyle seçildi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon'un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.

20. Yüzyıl
20. yüzyılda demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. Yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devlet ortaya çıktı ve bu yeni ülkelerin devlet yönetimi genellikle, o döneme göre, demokratik sayılabilecek yöntemlere sahipti. 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Buhran döneminde Avrupa, Latin Amerika ve Asya'da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz'de Faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya ve Sovyet Rusya'da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930'lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve tekrar birçok bağımsız ülke ortaya çıktı. Demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa'da yoğunlaştı. Almanya ve Japonya'da diktatörlükler son buldu, silahlanma politikası yerine, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarında etkisiyle, refah devleti olma amacını güttüler.
20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerden biri de demokratik olmayan Sovyet Bloğu ülkeleriyle Batı demokrasileri arasında gerçekleşen Soğuk Savaş'tı. Komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Rusya ile diğer demokrasi çeşitleri arasından sıyrılmış liberal demokrasiyi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki batı gurubu arasındaki çekişme 1989 yılında son bulmuştur. Francis Fukayama Tarihin Sonu adlı makalesinde, Soğuk Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı haberini verir. Nitekim bu demokratikleşme süreci, yakın dönemdeki Gürcistan'daki Gül Devrimi, Ukrayna'daki Turuncu Devrimi ile devam etmektedir.

Demokrasi tarihinde uygulanan sistemler oldukça çeşitlidir. Bunları kısaca beş grup içinde toplayabiliriz:

Klasik Demokrasi
Eski Yunan şehir-devletlerine dayanır. En iyi uygulayıcısı ve o dönemde en güçlü şehir olan Atina’dan dolayı Atina demokrasisi olarak da adlandırılır. ’Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu meclis veya Eklesya tarafından alınıyordu. Bu meclis senede en az kırk defa toplanıyordu. Tam zamanlı çalışacak kamu görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda, bütün vatandaşları temsil eden küçük bir örnek olmaları için kura usulü ile veya dönüşümlü olarak seçiliyorlardı ve mümkün olan en geniş katılımın sağlanması için görev süreleri kısa tutuluyorlardı. Meclisin yürütme komitesi olarak faaliyet gösteren ve beş yüz vatandaştan oluşan bir konseyi vardı ve elli kişilik bir komite de bu konseye teklifler hazırlardı. Komite başkanlığı görevi sadece bir günlüktü. Bunun tek istisnası askeri konularla ilgili on generalin tekrar seçilebilme imkanıydı.
Atina demokrasisinin özelliği vatandaşlarının siyasi sorumluluklara geniş çapta katılma isteğinin bulunmasıydı. Tabi bunun en önemli sebebi, demokrasiye zıt bir şekilde uygulanan kölelik sistemiydi. Böylelikle oy verme hakkına sahip Atina doğumlu yirmi yaş üstü tüm erkeklerin günlük hayattaki sorumluluklarının çok büyük bir kısmını kölelerin sırtına yüklemişlerdir. Bunun dışında Atina demokrasisinde kadınların, metiklerin (şehirli olmayanlar) ve kölelerin oy kullanma hakları yoktu.
Günümüzde İsviçre’nin küçük kantonlarında halk meclisleriyle varlığını sürdürebilen klasik demokrasinin, daha büyük ülkelerde uygulanması teknik nedenlerden ötürü tercih edilmez
.

Koruyucu Demokrasi
Orta Çağ yönetimlerinden çıkmaya çalışan Avrupalılar, 18. ve 19. yüzyılda demokrasiyi daha çok kendilerini hükümetin zorbalıklarından korumanın bir yolu olarak görmekteydiler.

Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasama, yürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.

Kalkınmacı Demokrasi
Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bu tip demokrasilerin en radikal olanı Jean-Jacques Rousseau tarafından dile getirilmiştir. Ona göre bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde 'özgür' olabilirler. Bu açıdan bakıldığında, doğrudan demokrasiyi tanımlamakla birlikte bu şekilde oluşturulacak genel iradeye vatandaşların itaat etmesi durumunda özgürlüğe kavuşacakları savıyla ayrılır.

Kalkınmacı demokrasinin, liberal demokrasiye daha ılımlı hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusundan kurtulabilineceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini belirtiyordu.

Liberal Demokrasi
Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Liberal demokrasi sistemi de bunlardan biridir. İçinde barındırdığı liberal kelimesiyle özgürlüğü, demokrasideki siyasi eşitlik kavramıyla da eşitliği temsil etmektedir. Bunu düşünürken ekonomi disiplinindeki liberalizm ile siyaset disiplinindeki liberalizmin birbirinden ayırmamız gerekir.
Basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak belirtebiliriz.
Hoşgörü ve tüm fikirlerin var olabildiği bir rekabet ve siyasi eşitlik prensiplerinde gerçekleştirilen seçimlerle iktidara temsili bireylerin getirilmesi liberal demokrasilerin temel nitelikleridir.


Halk Demokrasisi
Bu kavram komünist rejimlerde gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğinde sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır.
Karl Marx, kapitalizmin yıkılmasından sonra geçici bir proletaryanın devrimci diktatörlüğü'nün olacağını sonradan ise proleter demokrasi sistemiyle komünist bir toplumun oluşacağını savunmuştur. Komünist devletlerde görülen demokrasi sisteminin fikir yapısı Marx’tan çok Lenin’e aittir.
Bu ülkelerde, partilerin denetimsiz gücünün demokrasiyi gölgede bıraktığı eleştirisi yaygın olarak yapılmaktadır.

0 yorum:

Yorum Gönder