ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ
Değerli anne babalar, Her zaman bilinen bir söz vardır:" Eğitim ailede ba-şlar" Gerçekten de çocuğa aile içinde gereken beceri-leri kazandırmaya çalı-şıyoruz. Ama ne kadarını ve nasıl. Zaten önemli olanda "Nasıl" sorusunun cevabı. Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunun için çocuklarına mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışırlar. Onları iyi okullarda okut-mak ister, bunun için de aile varını yoğunu ortaya koyar, tüm özverisini ço cuğuna verir. Ancak yadsınan bir konu vardır ki oda çocuğun na-sıl sağlıklı bir kişilik gel-iştireceğidir. Aslında ha-yatta her şey başarı değildir. Önemli olan ço-cuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı, na-sıl bir kimlik oluştur-duğudur. Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim becerilerini kullanmazsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer. O halde aile çocuğa nasıl eğitim vermeli, çocukta nasıl sağlıklı bir kişilik oluşturabilmelidir? Elbette ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Çocuğuna iyi niyetle yaklaşmaya çalışır. Ama Burada ailenin vereceği iyi bir eğitim, çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel gereksinimlerine saygı duymak gerekir. Aile bir ilişkiler sis-temidir. Aile demekle neyi kastediyoruz? Soyut an-lamda kişiler arası ilişkileri içeren belli kuralları olan bir düzendir. Aile sistemi dediğimiz zaman aile içindeki bireylerin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduklarını düzenleyen kuralların tümünü kastederiz.
Her birey kendi benlik tanımlaması içinde ailenin tüm düzeninden ciddi biçimde etkile-nir. Çocuk, aile içi ilişkileri benimsemiş ya da en azından kanıksamışsa, koşullar ola-nak sağladığında, alıştığı türden bir aile ortamını yaratmaya girişir. Daha doğrusu koşullarını ve olanaklarını kendi bildiği aile türünden bir aile yaratacak biçimde kullanır. Bu nedenle babası alkolik olan bir kız (babasıyla bu yüzden ciddi sorunlar yaşamış olsa bile) alkolik bir adamla evlenebilir; annesi tarafından ilgi, sevgi görmemiş, yalıtılmış bir erkek ise (yıllarca annesinin bu tutumundan ötürü rahatsızlık duymuş olsa bile) an-neleri gibi duygusal yönden soğuk kadınlarla evlenebilirler. Aile içindeki roller böylece kuşaktan kuşağa kendi kendini yineleyebilir.
Ailenin Temel Gereksinimleri
1. Değerli olma duygusu: Aile içindeki etkileşim çocukları ya "ben değerliyim" ya da "değersizim" duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk her türlü davranışla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete kurarak çoğu kez ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır. "Ben değerliyim" duygusunu aile içinde elde eden birey kendisini kanıtlamak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
2. Güven ortamı: Aile içindeki bireylerin emniyette olduğu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusu, bu gereksinmenin temel nedenidir. Eğer çocuk ev içinde kendisini güven içinde bulmuyorsa çocuk ailenin dışında bir yere yönelir. Aile ile olan bağlarını koparır.
3. Yakınlık ve dayanışma duygusu: Aile içinde temel güven ve dayanışma varsa aile dışında bireyin karşılaştığı stres getirici olumsuz olaylar yıkıcı etkisini pek göstermez. Güven duygusunun baskın olduğu aile dış dünyanın yaratmış olduğu sıkıntı ve kaygılarından kendisini kurtarır. Bu tür aile içinde olan kimseler kendilerine olduğu gibi çevresine de güvenirler. Eğer aile içinde güven ve dayanışma sağlanmamışsa bu in-sanlar yoğun stres ve gerginlik yaşarlar. Bu kişiler kendilerine dahi güvenemezler. Dolayısıyla çevresinde yakın ilişkiler kuramazlar.
4. Sorumluluk duygusu: Aile sistemi içindeki anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde sadece anne baba değil herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk yüklenmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz sürekli başkalarının yönetiminde olmaya alışık bireyler yetiştirirler. Bu tür tutumlar sonucunda yetişmiş bireyler yaşamlarında yer alan olaylardan sürekli başkalarını sorumlu tutarlar. Gelişimsel dönemi göz önüne alınarak çocuğun odasını toparlaması, ev işlerine yardım etmesi gibi konularda sorumluluğu sağlanabilir. Bunu yaparken kız ve erkek işleri kesin çizgilerle ayrılmamalıdır. Çocuklarımızdan biz sorumluyuz. Bu sorumluluklarımızı unutmazken onlara da sorumluluk duygusunu küçük yaşlarda kazandırmaya çalışmalıyız.
5. Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme: Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusunun gelişimi ile ilgili anlatılanlar zorluklarla mücadele etme ile ilgilidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişimsel dönem göz önünde bulundurularak çocuk kendi sorunları ile baş başa bırakılmalıdır. Bu durum onların zor sorunları ile mücadele ederek, uğraşmasına olanak vermek, kendisine güvenli sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Karşılaştığı her zorluğa aşırı yardım eden ana babaların çocukları sürekli başkalarına muhtaç, kendilerine güvensiz olur. Böyle kişiler yeteneklerini keşfedemezler.
6. Mutluluk ve kendisini gerçekleştirme ortamı: Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Şimdiye kadar anlatılan gereksinimlerin karşılanması mutlu olmayı getirir. Evde değerli olduğu duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur.
7. Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı: Katı din kuralları altında yetiştirilmiş çocuk sürekli yargılanacağı, cezalandırılacağı korkusunu yaşar. Kendi yaşantı ve deneyimlerini zenginleştirecek iç ve dış dünyasını araştırıp keşfedeceği yerine körü körüne itaati, kendi düşünce ve duygularından utanmayı öğrenir. Sağlıklı manevi yaşam ailenin çocuğuna verebileceği en önemli süreçtir. Sağlıklı bir manevi temeli olan insanlar kendisi ile barışık, insan ilişkileri olumlu ve kuvvetli saygılı bireyler olarak yetişirler.
Korunması Gereken Beş Temel Özgürlük
1. Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü
2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
4. Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü
5. Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü
Rıchard Bach'ın Martı adlı romanından özet olarak alınan aşağıdaki cümlelere bir göz atalım:
"Uçmak, bir martının en doğal hakkıdır. Özgürlük ise, var oluşun bir parçasıdır. Boş inançlar olsun, gelenekler olsun, özgürlüğü kısıtlayan ne varsa, kaldırıp atmak gerek. Tek gerçek yasa, özgürlüğü sağlayan yasadır. Başka yasa yoktur. Tek ilke, sınırlılıklarımızı sırayla ve sabırla yenmeye çalışmaktır."
"Her martıda gerçek martıyı görmeye çalışmalı, her birinin içindeki iyiyi bulup çıkarmalı ve bunu onlara da göstermelisin. Gerçek sevgi budur işte. Onu bir kez tattın mı, asla vazgeçemezsin."
"İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez." "Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için 'SÜKÛNET', değiştirebileceklerimi değiştirmek için 'CESARET', ikisini birbirinden ayırabilmek için de 'AKIL' ver!"
Barry Spilchuk
Aile İçi İletişim
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutum-larının farkında olması ve kendine güven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.
İletişim Engelleri
1. Emir vermek, Yönlendirmek:
Builetiler kişinin duygularının önemsiz olduğu mesajını verir. Kişi diğer kişinin istediğini yapma zorunluluğunu hisseder.
2. Uyarmak, Gözdağı vermek: Bu iletiler de emir verme ve yönlendirmeye benzer; ancak kişinin vereceği yanıtın karşılığı olacak tümceleri de içerir. Kişinin istek-lerine saygı duyulmadığı mesajını verir. Bu durum kişide öfke ve düşmanlık yaratır.
3. Ahlak dersi vermek: Bu tür ilişkilerde otoritenin ve zorunlulukların gücü kişiye karşı kullanılır. "Yapmalısın, etmelisin" mesajlarını iletir ve bireyi karşı koymaya zorlar.
4. Öğüt vermek ve çözüm önerileri getirmek: Kişinin sorunlarını kendi kendisine çözeceği yeteneğinin olmadığına inanıldığını gösterir.
5. Öğretme, nutuk çekme, mantıklı düşünceler önerme: Bu durum aile içinde o anda herhangi bir sorun yokken çocuklar tarafından kabul edilebiliyor; ancak, so-run anında bu durum kabul edilmiyor ve daha fazla çatışmalara neden oluyor. Man-tıklı düşünceler önerme çocuğun mantıksız ve bilgisiz olduğuna dair mesaj iletir.
6. Yargılamak, eleştirmek, suçlamak, aynı düşüncede olmamak: Bu iletiler ço-cuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuk-lar hakkında yapılan olumsuz değer-lendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
7. Övmek, aynı düşüncede olmak, olumlu değerlendirmeler yapmak: Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun öz imgesine uymayan değerlendirmelerin yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri anne babanın kendi-lerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak yorumlarlar. "Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?" gibi düşünürler. Övgü ise başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırır. Aşırı övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
8. Ad takmak, alay etmek: Çocuğun benlik saygısı üzerinde olumsuz etki yapar.
9. Yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak: Bu durum çocuğun konuşmasını, kendi duygularını ifade etmesini engeller.
10. Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak: Anne babalar çocuklarının duygularını tam olarak anlamadıklarında ortaya çıkar. Böyle bir durumda sorun hiç yokmuş gibi algılanıp avutma eğilimine gidilir."Üzülme yarın her şey düzelecek, kendini daha iyi hissedeceksin." gibi mesajların verilmesi çocuğun önemsenmediği hissini verir.
11. Soru sormak, sınamak, sorgulamak: Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum onda güvensizlik, kuşku oluşturur. 12. Sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak: Böyle iletiler yüzünden çocuk anne babasının onunla ilgilenmediğini, duygularına saygı göstermediğini; belkide onu dışladığını, dikkate almadığını düşünür. Çocuklar sorunlarını dile getirdiklerinde çok ciddidir. Şaka ve espriyle karşılık vermek onları incitebilir ve itilmişlik, kenara atılmışlık duygusunu verir.
Ana Babalar 12 İletişim Engelini Kullanınca...
1. "Benim oğlum okulu bırakamaz. Buna izin vermem." EMİR VERME, YÖNLENDİRME 2. "Okulu bırakırsan benden para mara bekleme." UYARMA, GÖZDAĞI VERME
3. "Okumak herkese nasip olmayan ödüllendirici bir deneyimdir." AHLAK DERSİ VERME 4. "Ödevini yapmak için neden bir program yapmıyorsun?" ÖĞÜT VERME, ÇÖZÜM GETİRME
5. "Üniversite mezunu lise mezunundan yüzde elli fazla kazanır." NUTUK ÇEKME, ÖĞRETME
6. "Uzak görüşlü değilsin. Düşüncelerin henüz yeterince olgunlaşmamış." YARGILAMA, ELEŞTİRME, SUÇLAMA
7. "Her zaman gelecek için umut veren iyi bir öğrenci oldun." ÖVME
8. "Hippi gibi konuşuyorsun." AD TAKMA, ALAY ETME
9. "Çaba göstermediğin için okuldan hoşlanmıyorsun." YORUMLAMA, ANALİZ ETME 10. "Duygularını anlıyorum, ama son sınıfta daha iyi olacak." GÜVEN VERME, DUYGULARINI PAYLAŞMA
11. "Eğitimsiz ne yapacaksın? Nasıl geçineceksin?" SINAMA, SORU SORMA, SORGULAMA
12. "Yemekte sorun istemiyorum." KONUYU SAPTIRMA
Bu alıştırma çocukta sorun olduğunda ana babanın tipik tavrının iletişim engelli sözler söylemek olduğunu göstermiştir. Bu tür yanıtlar çocuktan gelecek bir sonraki iletişimi engeller; ana-baba çocuk ilişkisi gibi çocuğun benlik saygısını da olumsuz engeller. Çocuklar üzerinde aşağıdaki olumsuz sonuçları oluşturma tehlikesi taşır:
oKonuşmalarını engeller
o Savunmaya geçirir, kavgacı yapar, karşı saldırıya yöneltir
o Yetersiz olduklarını hissettirir
o Kızdırır, küstürür
o Oldukları gibi kabul edilemedikleri duygusunu uyandırır
o Sorunlarını çözmede kendilerine güvenilmediğini hissettirir
o Anlaşılmadıklarını hissettirir
o Duygularının yersiz olduğunu hissettirir
o Kızdırır, yılgınlığa uğratır
o Sorgulanıyor duygusunu yaratır
o Anne ve babasının kendisiyle ilgilenmediği duygusunu uyandırır.
Peki ne yapmak gerekmektedir. İleri ki bölümde ayrıntılı olarak açıklanan "Etkin dinleme yöntemi"ni kullanmak ilişkilerimizde oldukça yarar sağlamaktadır.
Aile Kuralları
Her aile gerek açık gerekse kapalı olarak kurallarını belirlemiştir. Sağlıklı ailede kurallar gizli değil açık olarak belirlenmiştir. Aile içindeki bireyler birbirlerinin iyi tanırlar, duygular karşılıklı olarak hissedilir. Evde eşitlik söz konusudur. Mutlaka ki zaman zaman her evde küçük de olsa çatışmalar yaşanır. Hiç çatışma yaşanmayan bir evde büyük olasılıkla maskeler takılıdır. Yani sosyal maskeler ileti-şimde bulunuyordur. Çatışma uzun süreli ilişki içinde olan kişiler arasında doğal olarak ortaya çıkar. Önemli olan çatışmanın çıkmasını önlemek değil, çatışma çıktığı zaman kişilerin birbirleriyle nasıl etkileşim kuracağının bilinmesidir. Aralarında çıkan çatışmayı birbirlerini kırmadan çözebilme becerisini gösteren çiftler sağlıklı bir aile kurar.
Sağlıklı Bir Ailede Sorunları Çözmek İçin Kullanılan Yöntemler:
oDuygu ve düşünceler olduğu gibi,abartılmadan ortaya konulmalıdır (Bu tutuma kendine güvenli ve kendine saygılı tutum diyoruz. Bu tutum içinde olan kişiler hem kendilerine hem de baş-kalarına saygı gösterirler.)
oSorunlar şimdiki bağlam içinde ele alınmalı ve eski birikimler işin içine so-kulmamalıdır oKesinlikle öğüt verme kullanılmamalı, davranışlar somut bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.
oYargılamaya gidilmemeli, kişiler kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmeli-dirler.
o Duygu ve düşünceler, ne az ne eksik, olduğu gibi olduğu gibi ifade edilmelidir; karşısındakinin ne beklediğine ya da en mükemmel olması gerektiğine göre ifadeler aranmamalıdır.
oKonunun özü ile konuya ilişkin olmayan ayrıntılar birbirinden ayırt edilmelidir. Örneğin siz çocuğunuza "iki saat geciktin" dediğinizde, çocuğunuz size: "hayır bir saat kırk beş dakika geciktim" dememelidir.
oSorun çözmede etkin dinleme kullanıl-malıdır.
oBelirli bir zaman konusu içinde ancak bir çatışma üzerinde durulmalı, başka çatışma konuları çatışmaya katılmamalı.
Örneğin: "hem geç kalıyorsun hem de bana yardım etmiyorsun" diyerek iki konuyu birden ortaya atmamak gerekir.
Birinin haklı çıkması yerine her iki ta-rafın da anlaşabileceği bir çözüme yönelmek gerekir. "ben haklıyım, sen yan-lış hareket ediyorsun" tarzında davran-mamak gerekir. Diyalog, "onların konuşması, bizim yanıt vermemizdir." veya yanıt vermeyip bir gülümsemeyle -ama bildiğini ifade eden bir gülümsemeyle-başımızı sallayarak sorunlarını anladığımızı, tam olarak anladığımızı ve karşılıklı konuştuğumuz takdirde sorunu çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır. Çünkü, birisiyle konuşmak, yani diyalog, güven oluşturur ve güven de bizim her şeyden çok gereksinimimiz olan şeydir. Stefan Haym
Sağlıksız Ailede Gizli Kurallar:
Sağlıksız ailede kurallar bilinçaltındadır. Gizli ya da açığa çıkmamıştır. Bu kuralları kimse tartışamaz. İşte sağlıksız ailede geçerli olan kurallar şunlardır:
1. Denetleme: Çocuk duygu ve düşüncelerini ifade ederken hep korku içindedir. Ya da duygularını ifade edemez, bastırır. Söyleyeceklerini hep önceden kestirmek zorun-dadır. Kendiliğinden ortaya çıkan davranış kötüdür, affedilmez. Bu tür ailelerde sağ-lıklı bir güven ortamı söz konusu değildir.
2. Mükemmeliyetçilik: Yapılan her işte, girilen her sınavda kişinin mükemmel ol-ması beklenir. Her şey göstermeliktir, başkasının beğenmesi için yapılır. Mükemmeli-yetçilik kişinin kendi gerçeğinin hiçbir değeri olmadığını kendi düşünüş ve değer-lendirilişinin önemsiz olduğunu ifade eder. Bu ortamda yetişen çocuğun temel duygusu umutsuzluktur. Kendilerini değersiz, yetersiz bulurlar.
3. Suçlama: Suçlama olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir sonucudur. Yapılan suçlamalar her şeyin denetim altında tutulması gerektiği ve yapılan her şeyin mükem-mel olmasının zorunlu olması gerektiğini ortaya çıkarır. Bu durum ise kişide kaygı ve utanç duygularını yaratır.
4. Beş temel özgürlüğün inkârı: Sağlıksız ailede kişilerin doğal olarak geliş-tirdikleri algılama, duygu, düşünce, davranış, arzu ve amaçları inkâr edilir. "İçinden geldiği gibi değil; mükemmeliyetçi kurala uyarak, başkalarının senden beklediği biçimde algıla, duygulan, düşün,davran, arzu et, ve amaç edin." Bu durum kişinin kendi gerçeğini inkâr etmesine neden olur. Böylece kişi tamamen dışa bağımlı, kendi iç dünyasıyla ilişkisi kopuk, robot gibi yaşar. Böyle bir kişinin mutlu olması da söz ko-nusu olmaz.
5. Konuşmanın yasak olması: Sağlıksız bir ailede özellikle çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmesine olanak verilmez. Bu durum çocuklarda değersizlik duygularına neden olur.
6. Küskünlük ve kırgınlıkların sürdürülmesi: Aile içindeki kırgınlık ve küskün-lüklerin sürdürülmesi, kişilerin birbirlerini anlamasını ve sorunun çözülmesini engeller.
7. Kimseye güvenmeme: Sağlıksız bir ailede kimse kimseye güvenmez. Aslında güven var gibi görünse de temelde güvensizlik vardır. Sağlıksız ailede yetişen kişi kim-seden saygı ve gerçek sevgi görmediği için kimsenin kendisine yardım edemeyeceğine inanır. Yardım etmek isteyenlerin "mutlaka art düşüncesi vardır, çıkarı vardır" diye düşünür. Sağlıksız ailede yetişen kişilerin kendilerine güveni olmaz. Bu kişiler genellikle dıştan denetimli bireyler olurlar.
Dinleme Becerileri Edilgin dinleme (sessizlik):
http://www.odevforum.com
Karşısındakinin konuşmasına olanak tanıma. Edilgin dinleme kişiye: oDuygularını duymak istiyorum. oDuygularını kabul ediyorum. oBenimle paylaşmak istediğin konuda vereceğin karara güveniyorum. oBu senin sorunun, sorumlu sensin." gibi güçlü mesajları verir. Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemekle birlikte çocuğa kabul edilmediği izlenimini de verebilir. Ona sessizce dinlerken yanlış anlamalara neden olmamak için gerçekten tüm dikkâtimizi verdiğimizi göstermeliyiz. Bunu yapmak içinse karşımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz. "Hı hı, evet, seni anlıyorum..." gibi sözlü mesajlarla; baş sallama, jestler ve mimiklerle, beden duruşu gibi sözsüz mesajlarla karşımızdakine gerçekten onu dinlediğimiz hissini vermemiz gerekir. Konuşmaya açık davet: Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya davet sağlanabilir:
o O konuda konuşmak ister misin?
o Bu olay karşısında neler hissettin?
o Bana örnek verir misin?
o Bu konuda neler düşünüyorsun?"
Etkin dinleme: Etkin dinlemede kişinin söylediklerinin gerçek anlamlarının kavranması gerekir. Etkin dinleme çocukların duygu boşalımına yardım eder. Çocukların duygularını keşfetmelerine yardımcı olur. Etkin dinleme çocukların olumsuz duygulardan korkmamalarına yardım eder, ana - baba - çocuk arasında sıcak bir dostluk geliştirir. Duyulduğunu ve anlaşıldığını bilmek öylesine hoş bir duygudur ki, konuşan dinleyene karşı bir yakınlık duyar. Çocuklar sevgiye tepki verirler. Kişi empati kurup doğru olarak dinleyince karşısındakini anlar. Bir anlamda kişi kendisini karşısındaki kişinin yerine koyar. Empati kurmayı öğrenen anne ve babalar çocuklarına daha fazla anlayış gösterirler.
Etkin Dinleme İçin:
oÇocuğun söylediğini duymak istemelisiniz. Bu onun için zaman ayırmak anlamına gelir. Zamanınız yoksa bunu çocuğunuza söylemelisiniz.
oO andaki soruna yardımcı olmayı gerçekten istemelisiniz. İstemezseniz isteyinceye kadar bekleyin.
oDuyguları ne olursa olsun, sizin duygularınızdan ne denli farklı olursa olsun onun duygularını gerçekten kabul etmelisiniz.
oÇocuğun duygularını tanıdığına, onlarla baş edebileceğine ve sorunlarına çözüm bulma yeteneğine tam olarak güvenmelisiniz. Bu güveni çocuğunuz sorunları kendi başına çözdüğünü gördükçe kazanacaksınız.
oDuyguların sürekli değil, geçici olduğunu anlamalısınız. Duygular geçicidir. Çocuğunuzu diğerlerinden farklı ayrı bir birey olarak algılamalısınız. Bu "ayrılık" çocuğun kendi duygularının olmasına, nesneleri kendisine göre algılamasına "izin" vermenize destek olur. "Ayrılık"ı, yalnızca hissetseniz bile çocuğa yardımcı olabilirsiniz. Çocuğun sorunları olduğunda onun yanında olmalı ancak karışmamalısınız. Etkin dinlemenin en uygun zamanı çocuğun sorunu olduğunu gösterdiği andır. Ana-babalar çocuklarının duygularını dile getireceklerini hissedecekleri için çoğunlukla bu anı kolaylıkla yakalayacaklardır. Tüm çocukların öğretmenleri, arkadaşları, ana- babalarıyla, kardeşleri hatta kendileri ile ilgili problemleri olabilir. Bu sorunlar onların stres yaşamalarına neden olabilir. Bu tür sorunların çözümü için yardım alan çocuklar daha kendine güvenli ve daha güçlü olurlar. Yardım almayanlarsa duygusal açıdan sorunlar yaşarlar. Etkin dinlemenin uygun zamanını bilmek için ana-babaların "bir sorunum var" türünden tümceleri duymaya açık olmaları, ancak önce çok önemli olan "SORUN KİMİN?" ilkesini bilmelidirler
Ana-baba-çocuk ilişkisinde 3 durum vardır:
1.Çocuğun herhangi bir gereksinimi engellenmişse sorunu var demektir. Çocuğun o anki davranışı anne-babanın gereksinimini karşılamasına somut bir biçimde engel yaratmadığı için sorun ana-babanın değil, SORUN ÇOCUĞUNDUR.
2.Çocuğun gereksinimleri engellenmeyip karşılanmakta ve davranışı anne-babasının gereksinimini karşılamada somut bir engel de yaratmamaktadır. Bu nedenle ilişkide SORUN YOKTUR.
3.Çocuğun gereksinimleri karşılanmakta ancak davranışı anne-babasının gereksini-minin karşılanmasını somut bir biçimde engellemektedir. Şimdi SORUN ANNE-BABANINDIR.
Çocuğun sorunu olduğu zaman anne-babanın ETKİN DİNLEMESİ için en uygun zaman-dır. Ancak sorun anne babadayken uygun değildir. Çocuk sorun yaşıyorsa etkin dinleme ile onun kendi sorunlarına çözüm bulmasına yardım edebilirsiniz. Etkin dinlemenin aşırı kullanılması ya da uygun zamanda ve durumda kullanılmaması işlerlik sağlamaz. Bu nedenle daha öncede belirtildiği gibi zamanlamanın ve koşulların sağlanması gerekir.
Ben Dili:
Genellikle anne ve babalar iletişimde "sen dili" ni kullanıyorlar. Sen iletileri duygu ifade etmez. Genellikle emir verme yargılama, öğüt verme gibi iletişim engellerini içerir.
Örneğin:
o Konuşma artık
o Yapmamalısın
o Dersine çalışmazsan
o Yaramazlık yapıyorsun
o Bebek gibisin
o Dikkat çekmek istiyorsun
o Daha iyi öğrenmelisin......
Ana-baba çocuğun davranışını kabul etmediği zaman o davranış nedeniyle ne hissettiğini çocuğa söylerse ileti "SEN İLETİSİ"nden "BEN İLETİSİ"ne dönüşür. Yani ben dilinde duygular konuşur. oEğer bugün çok yaramazlık yaparsan ben çok üzülürüm oAkşam yemeğini zamanında yetiştiremeyeceğim diye endişeleniyorum. oYorgun olduğum zaman canım oyun oynamak istemiyor Gerçekten de uyguladığınız takdirde çocuktan beklediğimiz davranışların oluşma-sında "ben dili"nin ne kadar etkili ve doğru bir iletişim aracı olduğunu göreceksiniz. Ben dili çocuğun ana babasının kabul edemediği davranışını değiştirmesinde daha etkili olduğu gibi çocuk - ana baba ilişkisi için de daha sağlıklıdır. Ben dili çocuğu direnmeye, isyan etmeye yöneltmez. Örneğin dışarı çıkmak için direnen bir çocuğa: "Hayır, hemen odana git, sokağa çıkamazsın" demek mi doğrudur; yoksa "hava karardığı için sokağa çıkman beni endişelendiriyor. Bu yüzden gitmeni istemiyorum ama, yarın erken saatte arkadaşla-rınla birlikte olmana izin verebilirim." demek mi doğrudur? Tabii ki ilk cümle sen iletilerini içerdiği için çocukta bir direnme ya da isyana yol açacaktır. Ancak ikinci cümlede duyguların ifadesi söz konusu olduğu için ben dilini kullanmak daha etkilidir. Çünkü ben dili davranışı değiştirme sorumluluğunu çocuğa devreder.
Sorun Çözme Becerisi
Rıchard Bach'ın Mavi Tüy adlı romanından sorun ile ilgili bazı sözler: "Kendisinden kaçmayı gerektirecek kadar büyük hiç bir sorun yoktur. Sana hiç bir katkısı olmayacak nitelikte bir sorun yoktur. Sana kazandıracaklarına ihtiyacın olduğu için sorunları ararsın." "Eğer mutluluğun başkalarının tavrına bağlıysa, senin de sorunun var demektir." "İyi yada kötü yoktur, bizi mutlu edenler veya mutsuz edenler vardır sadece." "Eğer dostluğumuz zaman ve uzaklıkla sınırlıysa, o yok demektir. Zaman ve uzaklıkla sınırlı olmayanı yaşıyoruz biz. Uzaklığı yenince hep aynı yerdeyiz, zamanı yenince hep aynı anın içindeyiz. Böylece her an için birlikte olacağımızı düşünmedin mi?" "Kızgınlık ve öfke duygusu, farkında olunan ya da olunmayan çatışmalardan kaynaklanır. Sadece kısa süreli duygusal gerginlikleri değil uzun süreli çatışmaları çözmek de, yaşamın önemli bir parçasını oluşturur." Çatışma değişik nedenlerden kaynaklanabiliyor. Çatışmaların çözümüne iki temel tutum içinde yaklaşılabilir.
1.Ben kazanacağım, o kaybedecek. (KAZAN / KAYBET)
2.Her ikimizin de sonuçtan memnun olması gerekir. (KAZAN / KAZAN ya da KAYBEDEN YOK yaklaşımları).
Kazan / Kaybet Yaklaşımı:
İki kişiden biri varılan sonuçtan hoşnut kalmaz. Bu tutumda en güçlü olan, hileli davranan kazanır. Bu yöntem beraberinde karşılıklı ilişkilerde güvensizliği getirir. Karşısındakini kaybetme pahasına tartışma taraflardan birince kazanılır. Kaybeden Yok Yaklaşımı: Bir çatışma konusu ortaya çıktığı zaman, taraflardan her biri sadece kendi isteğinin yapılmasına olanak verecek bir çözümde ısrar edecek yerde, her ikisi de yaratıcı bir biçimde iki tarafı birden tatmin edecek bir çözüm yolu bulmaya çalışırlar. Çatışmayı çözebilecek değişik yollar düzenli bir biçimde gözden geçirilerek bu gerçekleştirilebilir.
Sorun çözebilmek için kullanılabilecek aşamalar:
1.Birinci aşama: ÇATIŞMAYI TANIYIN: Sizce sorun nedir? Bu konuda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Burada "BEN DİLİ" kullanmayı ve her ikinizi de memnun edecek bir çözüme ulaşma tutumu içinde olduğunuzu belirtmeyi ihmal etmeyin.
2. İkinci aşama: BİR ÇOK ÇÖZÜM YOLU ORTAYA KOYUN: Beş yada on dakika gibi belirli bir zaman süresi içinde aklınıza gelen çözümleri. İyi ya da kötü, mümkün ya da değil gibi süzgeçlerden geçirmeden olduğu gibi ortaya koyun. Bu aşamada amaç sorunla ilgili olabildiği kadar çok sayıda çözüm yolunu bir liste halinde ifade edebilecek duruma gelmenizdir.
3.Üçüncü aşama: ÇÖZÜM YOLLARINI DEĞERLENDİRİN: Bu aşamada her çözüm yolunu değerlendirerek, bu çözüm yollarının her birinizi tatmin ettiğini tartışacaksınız. Bu evrede kişilerin dürüstçe düşüncelerini ifade etmeleri önemlidir. Bir çözüm tarzını istemediği halde karşısındaki memnun olsun diye kabul etmek, iki kişinin arasındaki ilişkinin sağlığı bakımından sakıncalıdır.
4. Dördüncü aşama: EN İYİ ÇÖZÜMDE ANLAŞIN: Şu ana dek bütün seçenekleri gözden geçirmiş bulunuyorsunuz. Şimdi her ikinizi de en çok tatmin edecek kararı verme durumudur bu karara ulaştıktan sonra çözümün ne anlama geldiği bir kez daha her iki kişi tarafından ifade edilir.
5. Beşinci aşama: ÇÖZÜMÜ UYGULAMAYA KOYUN: Bu evrede çözümün ayrıntılarını konuşmaya başlarsınız. Burada ayrıntılardan kastedilen, çözüm uygu-lamaya konduğunda her iki tarafça ne gibi uyarlamalar ve ayarlamalar yapılması gerektiğinin konuşulmasıdır. Çözüm bir planlamayı gerektiriyorsa hemen planlamaya başlayın. Burada üzerinde durulması gereken nokta çözümün uygulanmaya geçebilmesi için gerekli işlemlerin her iki kişi tarafından anlaşılmış olmasıdır.
6. Altıncı aşama: ÇÖZÜMÜ GÖZDEN GEÇİRME: Bir çözümün gerçekten uygulanabilir ve uygulanamaz olduğunu denemeden anlamak zordur. Çözümü bir süre uyguladıktan sonra gözden geçirmek üzere bir araya gelmekte büyük fayda var. Bu durumdan sonra çözüm tarzında bazı değişiklikler önerilebilir. Hatta öyle bir durum olabilir ki çözümü her iki taraf tatmin edici bulmayıp yeniden gözden geçirmek gereği duyulabilir. Önemli olan sorunun altında ezilmek yerine her iki tarafı da hoşnut edecek bir çözüme ulaşıncaya kadar yaratıcı bir biçimde sorunla uğraşmak yapıcı çözüm önerileri getirmektir. Zaten anlatılan tüm bu bilgiler yerine geldiğinde ilişkiler daha yapıcı olacak ve karşılıklı olarak birbirini anlama söz konusu olacaktır.
Çocuk ve Oyun
Kollektif oyunlar tek başına oynananoyunlara göre daha anlamlı ve niteliklidir. Bu aşamada çocuk kendi yeteneklerini tanıma ve bunları başkalarının yetenekleriyle karşılaştırma fırsatı elde eder. Birlikte oynanan oyun bireysel oyuna göre daha ileri ki bir nokta olup çocuğun sosyal gelişimi için çok önemlidir. Bilgisayar, televizyon, game watch" a bağlı kalan çocuklar bir başkasıyla entegrasyon, alışveriş ve bilgi akışından yoksun kalıyorlar; bu nedenle bu tür teknolojik aletler çocuğun sosyal gelişimini olumsuz etkilemiş oluyor. Eğer anne baba çocuğu otonom bir birey olarak kabul etmişse, onu kendi kendine yeten bir birey haline dönüştürmüşse, çocuk okuldan döndükten sonra, elini yüzünü yıkayıp, yemeğini yedikten sonra bir saatini oyun oynamaya ayırabilir. Geri kalan sürede de derslerine çalışabilir. Erken gelişim yıllarında bu oto kontrole sahip olamayan çocukların programsız bir hayat sürmeleri söz konusu oluyor. Başarılmış her eylem çocuğun öz güvenini geliştireceğinden "Ne kadar güzel yaptın!" şeklindeki pekiştirici bir sözde çocuğu yeni girişimler yapmaya cesaretlendirip, isteklendirir. Bu açıdan bakıldığında özgüven geliştirmede oyunun etkisi açıktır. Ayrıca oyun çocuğun en güçlü ve doğal dürtülerinden biri olan saldırganlık dürtüsünü boşaltmasına da yaramaktadır. Hayali oyunlarda çocuk korkulardan ve bu korkuların sonucu olan gerilimlerden kurtulabilir. Eğer bir yetişkin bir çocukla sonucunda yenen ve yenilenin olduğu oyunlardan birini oynuyorsa, çocuk burada yenmeyi de yenilmeyi de öğrenmelidir. Çocuklara çok oyuncak almak duygusal doyumsuzluğa neden olacağı için zararlıdır. Önemli olan onlarla ortak etkinliklerde bulunmak, birlikte oynamak ve onlara zaman ayırmaktır. Her şeyden önemlisi çocuklarınızı ayrı birer kişi olarak görüp onların kişiliklerine, bağımsızlıklarına saygı duymaktır. Çocukları tanımada ve anlamada en büyük yardım aslında kitaplar değil, çocuğunuz ve sizlerin arasındaki o köprüdür. Yani; Etkili İletişim.
Çocuklarınıza korkuyu öğretmeyin:
Üzüntü, sevinç, kızgınlık ve korku herkeste zaman zaman değişik ölçülerde ortaya çıkan heyecan halleri. Anlaşılır nedenleri varsa ve kontrol edilebiliyorsa, son derece sağlıklı tepkiler bunlar. Ancak kolaylıkla insanın hayatını alt üst edebilen, normal dışı tepkiler haline gelebiliyorlar. Çocuklara ileri yaşlarda yaşadıkları korkuları anne baba yada yaşam öğretir. Sobanın sıcak olduğunu elleri yanan çocuklarda görüldüğü gibi, korkular genellikle deneyim sonucu öğreniliyorlar. Bu konuda anne babalara düşen görev,çocukları tehlikeden uzaklaştırmak amacıyla korkutmak yoluna başvurmamak. çocuklara anlayabilecekleri bir dille anlatılmalı tehlike. Çocuğa sevgi göstermek yeterli değil tek başına; anne babanın da birbirlerine sevgi ve saygıyla yaklaşmaları gerekir. Çünkü huzursuzluklar ve gerginlikler çocuğa yansır. Ayrıca önemsenmemek ve azarlanmakta korkuya neden olmaktadır. Güven duygusunun kaynağı anne sevgisi. Anne sevgisinin özelliği de; "Ne olursan, ne yaparsan yap, senin her zaman yanındayım ve sana yardımcı olacağım"dır. Bu karşı- lıksız, katıksız sevgi "Bunu yaparsan seni döverim." gibi koşullu biçim alırsa, çocuğun güven duygusu sarsılır hiç şüphesiz. Korku duygusunun çocuklarda daha yoğun olarak yaşandığını söylemek mümkün değil. Sadece çocuklar korkularını belli ediyorlar, belki de bunu saklamıyor, ağlayıp haykırıyorlar. Büyüklerse korkularını bastırabilseler de onları yok edemiyorlar ve korkular daha sonraları başka başka biçimlerde ifade buluyorlar. Anne ve babaların omuzlarına, sırtlarına aldığı çocuklarına düştü düşecekmiş gibi şakalar yapmaları çocuklarda yükseklik korkusu yaratabiliyor. Karanlıktan korkmasını önlemek için odasında ufak bir ışık yakmak, yatmadan önce bir masal okumak, şarkı dinletmek, sırtını kaşımak, yahut okşamak yararlı olacaktır. Çocukları karanlıktan korkan anne ve babaların uyuyana kadar çocuklarının yanlarında bulunmalarının korkuyu yatıştırıcı şekilde yararı vardır. Sinema, roman, ceza, sınav, terörün ve televizyonun çocuklarda korku duygularının yerleşmesinde ki payı büyük. Üzerinde birleşilen ortak görüş şu ki uzun süre saldırganlık ve vahşet filmlerinden olumsuz etkilenmeyen çocuk yoktur. Çocukları TV' nin ve videonun zararlarından korumak bilinçli bir özen gerektirir ki bu da ana babaya düşen bir sorumluluktur. Korkutucu olmayan bir sınav sisteminin uygulanması eğitimin başarısı olacaktır. İyi bir öğretmen sınavların onların yararına olduğunu anlatmalıdır öğrencilerine. Örneğin suçlu yakalar gibi "Çıkarın kağıtları, sınav yapacağım" demek yerine "Çalışın, yazılı yapacağım" demek sınav korkusuna bir engel oluşturabilir. Gece korkularının en büyük ilacı ilgidir. Her üç çocuktan biri ağlayarak uykusundan uyanıyor geceleri. Aileleri bu durumda paniklemek yerine, çocuklarını sakinleştirmeliler. Bu durumda iken annenin çocuğunun yanında yatıp onun sakinleşmesini beklemesi yerinde olacaktır. Çocuğa sıcak bir şeyler vermek, onunla konuşmak onun güven duygusunu artıracaktır. Bu durum uzun sürüyor ve çocuk yatışmakta çok zorluk çekiyor ya da hiç yatışmıyorsa, bir çocuk psikoloğunun kapısını çalmakta yarar vardır. Gariptir ama korkuların bir de yararı var. Korkular psikolojik sorunlar hakkında ipuçları da verebiliyor. Korku duygusu açısından yetişkinlerle büyükler arasında önemli farklar var. Büyüdükçe derinleşip kökleşiyor korkular. Bugün çoğu insan takıntılı düşünce illetine yakalanmış durumda. Bu takıntıların nedeni de çocuklukta bir yanlış yapıldığı zaman "Sakın bir daha bunu yaptığını görmeyeyim" uyarıları. O kadar çok doğru yapmaya zorlanıp koşullandırılıyor ki çocuk, küçücük bir yanlışta ya kendisini suçluyor ya da suçlanacağından korkuyor. Önce yetişkinlerin korkularından korkmamaları gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor. Korkulardan kaçarak kurtuluna-madığı gibi, bu şekilde davranmakla onların üstesinden gelmek de mümkün olamıyor. Böyle bir davranışın yalnızca tek ve olumsuz bir sonucu oluyor; bu korkuların aynen çocuklara yansıtılması. Biz önce kendi korkularımızın üstesinden gelelim ki sonra çocuklarımıza bu konuda yardım edebilelim. Korkuya yenik düşen bir yetişkin çocuğa sevgisini geçirmekte zorlanabilir. Oysa korkan bir çocuğun en büyük ilacı güven duygusu, güven duygusunun gerçek kaynağı da anne sevgisidir. Sevginin olduğu yerde korkulara yer yoktur.
Çocuğa kurallara uymayı öğretmek
Çocuğa bireysel ve toplumsal kuralları, sağlıklı davranışları öğretmek sevgi, anlayış ve hoşgörü ortamında olumlu davranışların desteklenmesi, olumsuzların düzeltilmeye çalışılması ile olur. Çocuk yetiştirmede sevgi ve şefkat kadar sınır koymanın ve tutarlı davranmanın da çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Konulan kurallar uygulanamıyorsa öncelikle bu kuralların çocuğun yaşına ve özelliklerine uygun olup olmadığı araştırılır. Anne babanın kurallar konusundaki birliktelikleri ve kararlılıkları da son derece önemlidir. Eğer anne ve baba kurallar konusunda uyumlu ve net iseler, sıra konulan kuralların çocuğa anlayacağı dilde öğretilmesi ve uygulanmasına gelir. Çocuklar çoğu kez kuralları bozarak sınırları kontrol ederler. Böylesi bir duruma aşırı hoşgörü ile yaklaşma çocuğun ciddiye almayacağı yetersiz cezalar verme ya da "Bir daha yaparsan kötü olur" diyerek sürekli geçiştirme çocuğun hatalı davranışlarını yinelemesine yol açar. Kuralların uygulanması aşamasında anne babanın yalvarır tarzda yaklaşımları (Ne olur, beni seviyorsan, yapma vb.) ya da (Uslu durursan, sana bir şey alırım) tarzındaki sözleri sık görülen hatalardır. Çabucak affederek hiçbir şey olmamış gibi davranmak çocuğa kuralların ge-reksizliğini düşündürtürken yeniden hata yapma hakkını da verir. Ceza verirken öncelikle davranışları çığırından çıkmadan çocuğun durdurulmasına çalışılmalıdır. Kararlı bir ses tonu ile yalın bir uyarı çoğu kez yeterli olabilir. En etkili ceza çocuğu sevdiği bir şeyden mahrum bırakmaktır. (Bisiklete binmek, TV seyretmek vb.) Aynı davranışın bir gün cezalandırılıp ertesi gün hoş görülmesi çocuğun kafasını karıştırır. Bu yüzden tutarlı davranmak da önemlidir. Ceza vermeden önce çocuğu dinle-mek, davranışlarının nedenlerini anlama-ya çalışmak gerekir. Sürekli olarak anne ve babaya karşı gelen bir çocukta anne baba ile ilişki ve duygulanım sorununu, düzene ve kurallara uymayan çocukta ise dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuk-luğu gibi sorunların araştırılması önem-lidir.
Çocuğa düzen ve sorumluluk kazandırma:
Çocuğa odasını düzenli tutması yolunda sorumluluk aşılarken öncelikle çocuğun yaşına uygun yaklaşımlarda bulunmak gerekir. Küçük yaştaki çocuklarda anne - çocuk düzene yönelik bu tür işleri birlikte bir oyun gibi başlatabilirler, sonra anne çocuğun tek başına yapmasını teşvik eder ve başarısını ödüllendirir. Ödüllendirmenin mutlaka bir şeylerin alınması ile olması gerekmez; sıcak bir bakış, sarılma, övgü dolu sözler ya da beraber yapılacak bir etkinlik çocuğun olumlu davranışlarını pekiştirebilir. Ergenliğe yaklaştıkça çocuk artık odasına izinsiz girilmesi, özel eşyalarının yerlerinin değiştirilmesi gibi konularda hassaslaşır. Bu yaşlarda annelerin gencin "özelini" yaratma çabalarını dikkate almaları, sürekli eleştirmek yerine, ona da karar hakkı bırakan önerilerde bulunmaları uygundur. (Örneğin; "Eşyalarını dolabına yerleştirirsen, daha iyi olmaz mı, ne dersin?") Temelinde sevgi ve anlayış olduğu sürece her yaş döneminde bu tür etkileşim sorunlarının daha hızlı ve rahat çözümlenebileceği unutulmamalıdır. Karşılaştırmalar yapmak (Örneğin; "Ablan ne kadar düzenli. Sen hiç ona benzemiyorsun") ve sürekli uyarılarda bulunmak çoğu kez çocukta inatlaşmaya yol açıp yılgınlık ve kızgınlık duyguları uyandırabilir. Tekrar tekrar söylenen sözler ve yapılan eleştiriler (Örneğin; "Çok dağınık bir çocuksun" gibi doğrudan ya da "Kızım düzenli olmayı beceremez" gibi dolaylı ifadeler) benzetmeler (teyzesine çekmiş; onun gibi tembel vb.) çocuğun bu rolü benimsemesine yol açabilir ve değişme çabasını engelleyebilir. Bu nedenle anne ve babanın birbirleri ya da yakınları ile konuşmalarında konuyu çocuğun dağınıklılığına getirmemeleri önerilir.
Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?
http://www.odevforum.com
Ergenlik hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu kız-erkek cinsel özelliklerinin belirdiği ilk gençlik dönemini kapsar. Ergenlik dönemi kızlarda 11-12 yaşlarında başlar. Erkeklerde ise biraz daha geç başlayabilir. Ergenliğin bitişi ise her toplumda, her kültürde farklı olur.
Ergenlik İnsanın içinde fırtınaların koptuğu, sosyal, psikolojik, fiziksel değişimlerin bir arada yaşandığı gelecekteki yaşantıda belirleyici olan bir dönem ergenlik. Gençlerin bu dönemi daha sağlıklı geçirmelerini sağlamak ve onlara yardımcı olabilmek için ilk önce onların ergenlikte ne gibi değişimler yaşadığını, neler hissettiklerini bilmek çok önemli. Genç hem bedensel hem de ruhsal yönden hızlı bir değişim içindedir. Bedensel görünüm sonucu kızlar kadınsı, erkekler erkeksi görünüme girerler. Çocukta yeni bir tip meydana gelmektedir. Ancak çocuktaki bu durum onda hayal kırıklığına neden olabilir. Bedensel değişimin artması çocuklarda bir takım fizyolojik rahatsızlıklara neden olabilir (bel ağrıları, bacak ağrıları...) Ayrıca cinsiyet özellik-lerini erken kazanmak kızlarda ve erkeklerde kaygı durumlarını oluşturabilmektedir. İşte ergenlerdeki bu fizyolojik değişimler davranışlara yansımaktadır.
Davranışlardaki Değişimler:
Yalnızlık isteği:
Her genç yalnızlığını paylaşacağı ayrı bir odasının olmasını ister. Odasında saatlerce kalabilir. Küçük nedenlere kızabilir, kırılabilir. Gencin bu isteğinin doğal karşılanması gerekir.
İsteksizlik oluşabilir: Hızlı bir bedensel gelişme içinde oldukları için bu durum enerjilerini tam olarak kullanamamalarına neden olmaktadır. Tüm enerji bedene yansımakta ve sonuçta istek-sizlik oluşabilmektedir. Bir takım ağrılar ve sızılar da ortaya çıkabilmektedir. İşte tüm bu durumlar derslere de yansıyabilmekte, ilkokulda elde edilen başarıda düşüş görülebilmektedir. Bununla başa çıkmak çok önemlidir. Bu başarısızlık durumundan kaygı duymamak gerekir. Bunun geçici olduğunu düşünmek en doğru çözüm olur. Bu dönemde isteksizliğe bağlı olarak can sıkıntısı da oluşabilmekte ve can sıkıntısı uzun sürebilmektedir. Ayrıca huzursuzluk oluşabilmektedir. Bunun nedeni ise beden-deki değişimlerdir. Öğrencide, sürekli bir şeylerle ilgilenme, meşgul olma isteği vardır. Ergen hareketli, kıpır kıpırdır. Bu durum okul için de söz konusudur.
Toplumsal zıtlık durumu: Genç sürekli içinde bulunduğu ortama karşı çıkar. Bu nedenle çevresi ile olan ilişkilerinde zaman zaman geçimsizlik oluşabilir. (gerek aile, gerek okul, gerek arkadaş ilişkilerinde) Otoriteye karşı direniş eğilimleri: Ev ortamında mutlaka otoriteyi temsil eden birisi vardır. Ya anne ya baba ya da ağabey, abla. Gelişmekte olan ergenin karşı çıkacağı ilk kişi otoriteyi temsil eden kişidir. Eğer otoriteye karşı çıkamıyorsa bu istek ergende daha da alevlenecektir. Genellikle 13 yaş kişinin en huzursuz olduğu en geçimsiz olduğu, her şeye karşı çıktığı bir dönemdir. Otoriteye karşı gelemeyen bireylerde bazı davranış bozuklukları oluşabilmektedir.
o Olay yaratmak
o İnsanları kızdırmak
o Yerli yersiz ıslık çalmak
o Dikkatsizlik
o Kabalık
o Sabırsızlık
o Dalgınlık, aldırmazlık
o İnatçılık
o Kafa tutma
o Şüphecilik
Bu bozukluklar cinsel olgunlukla birlikte düzelme gösterir. "Herkesten verebileceği kadarını istemeliyiz. Otorite her şeyden önce sağduyuya dayanmalıdır. Sen kalkıp halkına, kendilerini denize atmalarını buyurursan ihtilal çıkar. Benim verdiğim buyrukları akla yatkın olduğu için yerine getirmelerini istemek hakkımdır."
Karşı cinse olan zıtlık: Genellikle bu dönemde kızlar ve erkekler birbirlerini sevmezler. Ancak birbirleri olmadan da yapamazlar. Bir yandan da sürekli, karşı cinsten olanları küçük düşürme eğilimime girebilirler. Duygululuğun artması: Bu dönemde ergenler çok fazla duygusal olabilmektedirler. Ancak bu durum biçim değiştirerek kendisini gösterir.
o Karamsarlık oluşur.
o Kendilerine söylenen şeyleri ters anlarlar.
o Çabuk sinirlenirler.
o Hiçbir şeyden memnun olmazlar.
o Küçük şeylerden dolayı hemen ağlama görülebilir. Kendilerine olan güven duygusu azalabilir: Çocukların kendilerine olan güvenlerinin azalmasının nedeni onlardan beklenen rollerin yoğunluğudur. İyi bir öğrenci, iyi bir evlat, iyi bir abla ya da ağabey...İşte çocuklardan beklenen mükemmeliyetçi özellikler özgüveni sarsıyor. Ayrıca bu dönemde çekingenlik oluşabiliyor ve kendilerini bu yönde gizleme eğilimi görülebiliyor. Hayalcilik oluşabiliyor. Genç nelerden yoksunsa, nelere arzu duyuyorsa o şeylerin hayalini kurar.
Ergenlerin Kaygıları: Bedeninin fiziksel özelliklerinin normal olup olmadığı durumu kaygı yaratabiliyor. Cinsiyetinin normal gelişip gelişmediği ve cinsiyetinin bir takım özellikleri kaygı durumlarını yansıtabiliyor. Örneğin, ayaklarının büyük olduğunu düşünen genç daha küçük ayakkabı isteyebilir. Ellerini saklar. Yüzü sivilceliyse, dişleri düzensizse bunu büyük bir sorun haline dönüştürebilir. "Acaba ben tam bir kadınsı özelliklere sahip miyim?" "Acaba ben tam bir erkeksi özelliklere sahip miyim?" düşüncesi sürekli zihinlerini meşgul eder. Cinsellikle ilgili konuları genellikle aileleri ile paylaşamazlar. Arkadaşları ile paylaşırlar, çeşitli yayınları takip ederler. Cinselliğin dışında din, ahlak, felsefe, siyaset konularını da yoğun olarak arkadaş gruplarında konuşurlar.
Anne ve babalar bu yaşlardaki çocuklarının hangi davranışlarından yakınıyorlar:
o Hırçınlaştı, ders çalışmıyor. Sorumluluk duygusu yok. Canım sıkılıyor diyor. En küçük isteklerini sert bir dille ifade ediyor. Kardeşlerini kızdırmaktan zevk alıyor.
o Okuduğunu anlamıyor gibi, durgunlaştı, dalgınlaştı. Çabuk karamsarlığa kapılıyor. Ara sıra hiç yoktan huzursuzlaşıyor, sert karşılık veriyor.
o İleri derecede alıngan. Derslerinde yine başarılı ama oyuna, eğlenceye daha da düştü. Olur olmaz şeye ağlıyor. Evde huysuz, dışarıda ise çok sıkılgan.
o Her istediğini yaptırmak istiyor. Aşırı süsleniyor. "Siz bana karışamazsınız." diyor.
o Derslerinde başarılı, hiç sorun çıkarmayan bir çocuktu; iki kez okula gitmemiş, arkadaşları ile gezmiş. Sorunca yalan söyledi. Bu davranışı bizi çok şaşırttı.
o Çok harçlık istiyor, çok geziyor; eve girmek istemiyor. Spora çok düştü. Dersleri ile ilgilenmiyor. Banyoya sokamıyoruz, ellerini bile yıkatamıyoruz. Saçını kestiremiyoruz.
o Son derece asi ve hırçın olmaya başladı. Başına buyruk olmak istiyor. Dayak, kötü söz, tatlı söz; hiçbiri sonuç vermiyor. Bir ruh hekimine götüreyim mi?... gibi yakınmalar sürüp gidebilir.
Ergenlik dönemi bireyin kendisi ile ilgilendiği dönemdir. Bu ergenlerin kaygılarının sıkıntılarının çeşitliliğinden kolaylıkla anlaşılır. Ergenlerde gözlenen kaygı alanları çok çeşitlidir. Yapılan araştırmalarla da bu net olarak ortaya çıkmıştır. O halde kaygı konularını şöyle sıralamak mümkün: Sağlıkla ilgili kaygılar: Yeterli uyuyamamak, gevşeyip rahatlayamamak, sakarlık, bedensel görünüm, gerginlik, güzel ya da yakışıklı olamadığını düşünmek, kısa boylu olmak...
Kişilik ile ilgili kaygılar: Kendini aşağı görme, kendisine güveni olmamak, kendisini yetersiz görmek, sık sık öfkeye kapılmak, küçük şeylere üzülmek, olayları çok ciddiye almak... Aile ve ev yaşamına ilişkin kaygılar: Kendisine ait bir odasının olmaması, cinsel sorunlarını ailesi ile paylaşamaması, arkadaşları ile dışarı çıkamaması, çocuk yerine konmak, ailesinin arkadaş çevresine, tercihlerine, isteklerine karışması, özgürlüğünün kısıtlanması....
Sosyal ilişkilerine yönelik kaygılar:
Yeni tanıştığı insanlarla nasıl konuşacağını bilememe, yeterince arkadaş edinememek.... Din ahlak konularındaki kaygıları: Ölüm korkusu, din konusunda daha fazla bilgi istemek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilememek...
Okulla ilgili kaygıları: Dikkatini toplayamama, çalışma yöntemini bilememe, çalışırken hayal kurma, derse kendisini verememe, çalışmak isteyip de çalışamama, kendisini derste ifade edememe, etkili bir programının olmaması, not kaygısı, sınav kaygısı, uzun bir süre kendisini televizyondan alamama, zaman kaybı....
Meslek seçimi ile ilgili kaygılar: Hangi mesleği seçeceğini bilememek, yeteneklerinin ilgilerinin ne olduğunu bilememek, ailesinin meslek seçimine fazlaca karışması
Ergenlerin Çelişkileri
o Gençler bazen aşırı derecede bencil olabilirler. Bunun tam karşıtı fedakar davranışlarda bulunabilirler. Bu durum sonuçta bir çelişki oluşturur.
o Otoriteye karşı direndikleri halde kişiler bağlandıkları kişiye sonuna kadar bağlanabilirler. Bu durumda çelişki yaratmaktadır.
o Genç kendisine karşı çok nazik ve samimi, saygılı davranılmasını ister. Ancak genç başkasına karşı kaba ve sert davranabilir.
oÇok iyimser, her şeye dört elle sarılan yorulmaz olmasına karşın; kötümser, içe kapanık, uyumsuz olabilir.
Kimlik ve Arkadaşlık
http://www.odevforum.com
Bu dönemin temel gelişimsel özelliği kimlik oluşturmaktır. Eğer birey daha önceki gelişimsel dönemlerini sağlıklı bir biçimde atlattıysa ya da gerek ailevi gerekse sosyal ilişkilerindeki çatışmaları çözebildiyse sağlıklı bir kimlik oluşturur. Daha sonraki genç yetişkinlik, onu takiben yetişkinlik ve diğer gelişimsel dönemlere sağlıklı bir biçimde girer ve bu dönemleri sağlıklı bir biçimde sürdürür. Kimlik oluşumu özdeşleşme ile başlar. Yani genç çevresinde gördüğü, beğendiği, etkilendiği, değerli saydığı kişileri kendisine mal eder, onlarla özdeşleşir. Bu kişiler gencin öğretmeni, arkadaşı, kardeşi, sevdiği sanatçı yada bir roman kahramanı olabilir. İşte genç bu kişilerin giyim tarzlarını, konuşmalarını, tavır ve davranışlarını taklit eder, onlarla bu anlamda özdeşleşir. Bu aşırıya kaçmadıkça doğal bir süreçtir. Ergende böyle davranışlar görüldüğünde ergen küçük düşürülmemeli, onunla alay edilmemelidir. Çünkü bu doğal bir gereksinimdir ve sonuçta ergen özdeşleşme yoluyla kimliğini bulacaktır. Bir de ergenlik döneminde bir duraklama söz konusudur. Bu çocuk rollerini bırakıp yeni bir rol edinme yani genç rollerini üstlenmedeki durumdan kaynaklanır. Bu dönem genç için en hassas, en stresli dönemin başlangıcıdır. Özellikle 13 yaş üzerinde durulması gereken bir yaştır. Bu dönemde ergen daha huzursuz, daha gergin ve uyumsuz bir yapı içindedir. Çocuğun kolaylıkla dışarıya kapılabileceği, olumlu, olumsuz faaliyetlere yönelebileceği bir dönemdir. Bu nedenle özellikle bu dönemde ergenin sosyal ilişkilerinin, arkadaş çevresinin bilinmesi ve çocuğa hissettirilmeden kontrol altına alınması gerekmektedir. Ergenlikte grup kimliği önemlidir. Bu nedenle ergenin arkadaşları ve arkadaşları ile yaptığı şeyler önemlidir. Ergenin arkadaşlarını gözleyerek onun ruhsal problemlerinin farkına varabiliriz. Kısaca arkadaşlık ruh sağlığının belirleyicisidir. Örneğin bir genç arkadaşlarına aşırı derecede bağlılık duyuyorsa aile içinde çözemediği çatışmalar ortaya çıkar, bunun nedeni gencin ailede sevgi ya da ilgi ihtiyacının tam olarak karşılanmaması olabilir.
Başka bir görünümse şudur: Genç ya yaşından küçüklerle oynuyorsa ya da sürekli karşıt cinslerle oynuyorsa cinsel kimlik problemleri olabilir. Örnekleri bu anlamda çoğaltmak mümkündür. Bu dönemde olumsuz arkadaş gruplarından en çarpıcı örnekse çete gruplarıdır. Çete gruplarında bulunan gençlerin % 90'ının aile içinde problemleri var demektir. Yapılan araştırmalarla, bu kanıtlanmıştır. Bu çocuklar ailelerinde bulamadıkları ilgi ve sevgi ihtiyacını grup içinde telafi ediyorlar. Ailelerinden yeterince ilgi görememeleri dolayısıyla olumsuz bir- takım faaliyetlere girip (alkol kullanımı, şiddet olaylarına katılma, bir ideolojiye sımsıkı bağlanıp olumsuz etkinliklere girme, uyuşturucu kullanımı, cinsel taciz olayları, hırsızlık gibi yasa dışı faaliyetler...) çevrenin ilgisini çekmek isteyebiliyorlar. Çetelerin kurulmasındaki en ciddi yaş 11-13 yaşları arasıdır. Önce oyun grupları şeklinde kurulur, daha sonra bu gruplar suç alt kültürüne, yani çetelere dönüşür.
Çetelerin oluşmasındaki belli başlı faktörler:
o Dil güçlükleri: Konuşulan dili anlamama ya da çocuğun konuştuğu dilin başkaları tarafından anlaşılmaması.
o Okulda karşılaşılan güçlükler: Başarısızlık, okula devamsızlık, okulda iyi bir arkadaş çevresinin oluşmaması...
o Her türlü ayrımcılık: Din, mezhep, dil, ırk ayrımı
o Düşük ekonomik durum.
o Aile ocağındaki yıkıntı: Üvey anne baba tutumları, ailenin ilgisizliği...
o Çocuğun içinde bulunduğu gruptan dışlanması: Çocuk çeteyi prestij sağlamak,bir mevkii sağlamak açısından bir araç kabul etmekte ve çeteye katılmaktadır. Çeteye katılan kişinin bazı kişilik sorunları çözümlenememiştir. Özellikle güvensizlik duygusu çete içinde kaybolur. Çetelerde aşırı bir dayanışma söz konusudur. Çeteye girmek isteyen kişiler önce sadece heyecan duymak için birlikte küçük suçlar işlerler. Eğer işlenen suçlar cezasız kalırsa bu sefer daha büyük suçlar işlemede adım atarlar. Çete içinde suçlar bir âdet-gelenek halini alır ve yeni üyelere suç tekniği öğretilir, birey işlediği suçlardan dolayı suçluluk duygularına kapılmaz. Çünkü bunu bireysel olarak işlenmiş bir suç değil; grubun suçu olarak algılar. Bu dönemde ergenlerin yalnızlık ihtiyacı çete içinde engellenerek ortadan kalkar ve kişi daha doyumlu olur, kendisine benzeyen insanların da olduğunun farkına varır. Başka insanların da kendisi gibi yalnız, başarısız olduğunu bildiği zaman rahat ederler. Ayrıca sigara, alkol gibi madde kullanımları da bu dönemde başlar. Önce özenti olarak kullanılır. Daha sonra birey bu maddelere sorunları olduğu zaman yaklaşır ve bunları sorunlardan kaçma yolu olarak algılar. En son aşama da ise alışkanlık olur.
Yıkıcılığın kontrolü
Tüm dürtü ve davranışların amacı organizmayı korumak, onun dengesini sağlamak, varoluşu sürdürmek, gereksinimleri doyurmaktır. Biraz garip görünse de çocuklar özgüvenlerini "yıkıcı" davranışlar yoluyla da kazanabiliyorlar. Davranışlarına gösterilen tepkiyi çok iyi değerlendiriyor, neyi yapıp yapamayacaklarını bu yolla anlıyorlar. Çocuk her yaşta bir takım yıkıcı duygular taşıyor. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan büyük dönüşümlerin yaşandığı ergenlik dönemi yıkıcı davranışların kolaylıkla artabileceği bir zemin oluşturuyor. Gelişimsel olarak sorunlar yaşayan ergenler çevreden gelen olumsuz etkilerin de kışkırtmasıyla öncelikle kendilerine dönük yıkıcı davranışlar içine girebiliyorlar. Bu dönemde merakla başlayan sigara, alkol ya da madde kullanımı gencin bedensel ve ruhsal sağlığına yıkıcı etki sağlıyor. Toplumda yüceltilen şiddet örnekleri çocukta yüce bir amaç uğruna birilerine zarar vermenin yanlış olmadığı düşüncesini doğuruyor. Özellikle bulundukları ortamlarda şu yada bu şekilde şiddetin tanığı olan çocuklar yıkıcı davranışlarda bulunmaya daha yatkın oluyorlar. Bir de televizyondaki şiddet programları çocukları derinden etkiliyor. Çocukta gece korkuları, yalnız kalmaya tepki, konsantrasyon güçlüğü görülebiliyor. Yıkıcı dürtüler her zaman her çocukta ve her yaşta mevcuttur. Ancak aile ortamlarının değişikliği çocuktan çocuğa farklılıklar yaratıyor. Sevginin disiplin ve denetimle birlikte verildiği ailelerde çocuklar yıkıcı dürtülerinin buyruğuna girmiyorlar.
İlgilerinin Özellikleri
o Ergenlerin ilgilerinde bir ölçüsüzlük vardır.
o Duygu, düşünce ve davranışlarında bir aşırılılık söz konusudur.
o Ergenlikte ilgiler çabuk söner ve yeni ilgiler ortaya çıkar.
o İlgilerde artış görülür ve değişik ilgilere verdiği değer de değişir.
o Ergenlik döneminin başında ilgilerde bir dengesizlik görülür. Ergenlik yılları ilerledikçe bu dengesizliklerde de azalmalar görülür
Ergenlikte İntihar
http://www.odevforum.com
Ergenlik döneminde yoğun olarak görülen bir durumdur. Nedeni moda ya da paylaşılan bir duygu gibi görülmesidir. intihar nedeni olarak kişi kendisi ile ilgili değil ailesi ile ilgili şeyleri ortaya atmaktadır özellikle intihar örnekleri ve görüntüsü insanları çok etkiliyor ve ümitsizlik duygularını oluşturuyor. Eğer kişilerin çocukluk yaşantılarında, ailesinde intihar geçmişi varsa bu çocukların ya da kişilerin intihar etme olasılıkları fazladır. İntiharın önemli nedenlerinden birisi de depresyondur. Depresif kişiler olayları hep kendilerine mal ederler, olayların tek sorumlusunun kendileri olduğunu düşünürler. Ailevi problemler, çözülmemiş hastalıklar... depresyona neden olur ve depresyonun son noktası da intihardır.
Bu dönemde ergenlere nasıl davranılmalıdır ?
Ebeveynlerin kafası karışık oluyor. Aileler ergeni bazen çocuk gibi görüyor ve öyle davranıyorlar. Bazen de "Sen artık büyüdün" deyip bir büyük gibi davranmasını bekliyorlar çocuktan. Ergenlerde bazen yaşından daha küçük, bazen yaşından daha büyük davranabiliyorlar. Dolayısıyla her iki tarafında kafası da çok karışık olduğu için rol karmaşası yaşanıyor. Bu kişi bir erişkin midir,yoksa bir çocuk mu? Çocuğun ergenlik dönemine girişiyle ailede de birtakım değişiklikler olması ve ailedeki kuralların bir miktar esnetilmesi gerekiyor. En azından gencin artık daha fazla kendi adına karar verebilmesi, kendi sorumluluklarını üstlenebilmesi, kendi işlerini düzenleyebilmesi bekleniyor. Hayat alanını sınırlarını aileden ayırması söz konusu. Daha önce çocukluk döneminde aileler çocuklarının hemen hemen her şeyinden haberdar olup her şeyiyle ilgilenirlerken şimdi artık gencin kendine özgü, ailesiyle paylaşmayacağı bir alanı var oluyor. Bu, sadece davranış açısından değil, düşünsel açıdan da olabiliyor. Bazı düşünce ve duygularını ailesiyle paylaşmak yerine, arkadaşlarıyla paylaşmayı tercih ediyor ergenler. Dolayısıyla ailedeki sınırlar bir miktar daha esneklik kazanmalı. Gencin dış dünya ile ilişkileri biraz daha artmalı bu dönemde. Bu çerçevede onun sınırlarına saygı göstermek, fikirlerini daha fazla dinlemek, daha fazla sorumluluk almasını beklemek, kendi kararlarını vermesi ve sonuçlarını görmesi için ona fırsatlar tanımak gerekiyor. Kendi duygularını daha fazla düşünmeye başlayan ergenler sorulduğunda kendi duygularını daha rahat bir şekilde ifade edebiliyorlar. Bukendinin farkındalığının artmış olması, gençlerin kendilerini daha çok gözlemlemelerine neden oluyor. Bu da bir miktar daha gerginlik yaratabiliyor. Bu dönemde yapılacak şey bu sinirliliğin, zorlukların, üzüntülerin üzerine gitmemek, gence bunun geçeceğini, bunu atlatacağını söyleyerek sakin bir tavırla yaklaşmak uygun olur; tabii sorunlar ciddi boyutlara ulaşmadığı sürece. Bu hafif geçen sinirlilikleri, çalkantıları, sıkıntıları aşabileceği mesajını vermek yeterli olacaktır. Anne babalar istediği zaman yanında oldukları mesajını vermeliler çocuklarına.
http://www.odevforum.com
Bu dönemde yaşanan sorunların kalıcı etkileri oluyor mu?
Birtakım psikolojik hastalıkların ilk belirtileri bu dönemde ortaya çıkabilir. Gencin ilk kez aileden biraz daha uzaklaşıp topluma daha fazla açılması gereken bu dönemde eğer bu açılımı yapamazsa, birtakım sosyal becerileri kazanamazsa, yaşamında zorluklarla karşılaşabilir. Örneğin, genç çok içine kapanıksa ve eğer bu dönemde yeterince çevreye açılamaz, karşı cinsle arkadaşlıklar kuramaz, grup içinde birtakım rollerde kendisini deneyemezse, ileride bu davranışları kazanması çok zor olur. Dolayısıyla daha önceden gelen birtakım sorunlar varsa, bunların tamir edilmesi için çok uygun bir fırsat. Çünkü çocuk birdenbire aileden çıkıyor, kendini birdenbire farklı bir dünyanın içinde farklı aynalarda görme fırsatı oluyor. Bu farklı aynalarda kendini görüp istediklerini değiştirme olanağı bulamazsa, eksiklikler, sorunlar geleceğe taşınıyor ne yazık ki.
Fiziksel değişimler konusunda önceden bilgi verilmeli mi?
Fiziksel değişimlerle ilgili bilgi aktarmanın yararları büyük. Bunun en kolay yolu da sanıyorum kitaplardan okuyarak çocuğun kendisinin öğrenmesidir. Bunları okuması sağlanabilir. Okuduktan sonra sormak istediği sorular varsa konuşulabilir. Aynı cins ebeveynden veya abla, ağabeyden öğrenmesi de söz konusu olabilir. Bu bilgiler aktarılırken mümkün olduğunca bilimsel ve objektif bir şekilde verilmeye gayret edilmeli. Endişelendirmeden çocuğa kendisinde ortaya çıkacak değişimler aktarılmalı. Aksi takdirde çocuk kendisine ne olduğunu bilmediğinde daha fazla endişe ve huzursuzluk yaşayabiliyor. Ama ne tür bir değişim olacağını bilirse, çok daha kolay kendisini ayarlayabilir.
D - GENÇLERLE İLETİŞİM NASIL KURULUR?
İletişim,nitelikleri ne olursa olsun iki sistem arasındaki bilgi alış verişi olarak tanımlanabilir. Burada en önemli olan nokta iletişimde bilgi aktarımının iki yönlü olmasıdır. Bilgi aktarımı tek yönlü ise bilgilendirme, çift yönlü ise iletişim olarak adlandırılır. Dolayısı ile bireyler arasındaki her konuşma iletişim olarak tanımlanamaz. Ana babaların, çocuklarına, öğretmenlerin öğrencilerine birtakım emirler verip, karşı tarafın yani çocuklarının ya da öğrencilerinin tepkilerini dikkate almamaları iletişim olarak kabul edilemez. Anne babalar ya da öğretmenler genelde gençlerle iletişim kurduklarını sanırlar. Ancak gençler konuşurken ikaz, önerilerde bulunma, hatırlatma, yargılama gibi pek çok iletişim engelleri ile aslında genci dinlemezler. Bu durumda genç kendini duyulmamış, anlaşılmamış ve kendisi ile ilgilenilmemiş hissederek iletişimi keser
Peki genci dinlerken ne yapmalıyız?
Sessizce dinlemeli ve bu davranışımızla onu kabul ettiğimizi göstermeliyiz. Karşımızdaki bireyi kabul ettiğimizi hissettirerek bizimle daha fazla şey paylaşmasını sağlamak için sessizlik güçlü bir sözsüz ileti olarak kullanılabilinir. Hep konuşan biz olursak karşımızdaki gencin duygularını ifade etme özgürlüğünü kısıtlamış oluruz. Burada bahsettiğimiz pasif dinleme elbette tüm iletişim boyunca değil belli aralıklarla gencin kendini tam anlamıyla ifade edebildiği yere kadar kullanılmalıdır. Bundan sonraki aşamada ise karşımızdakini kabul ettiğimizi gösteren, onu anlamamıza yardımcı olan aktif dinleme yöntemidir. Bu yöntemde yargılama ve analize yer yoktur. Aktif dinleme karşımızdaki gencin söylediğini ya da söylemek istediğini kendi kelimelerimizle ona geri iletme biçiminde kullanılır. Bu yöntemin püf noktası kendimizi gencin yerine koyarak "Ben olsaydım ne hissederdim?" diye düşünmek ve gencin ifade ettiği duyguları isim-lendirerek yansıtmaktır. Yani: Fizik dersini hiç anlamıyorum... (Genç ne hissediyor? Zorlanma) Yanıtımız: Fizik dersi sana zor geliyor... Yargılama, öğüt verme, eleştirme olmadan sadece onun yaşadıklarını göz önüne alarak gencin ifade ettiği duyguyu isimlendirdik.
İyi bir dinleyici olmak için neler yapmalıyız?
Öncelikle bedensel olarak karşımızdaki kişiyi dinlemeye hazır olduğumuza inandır-malıyız. Elindeki gazeteye bakan, tırnaklarını törpüleyen ya da yemek yapmak için ko-şuşturan bir kişiye hangimiz bir şeyini anlatmak ister ki? Öncelikle konuştuğumuz kişi özellikle bir çocuk, ön ergen ise onun boy hizasına inerek göz teması kurmalıyız. Yüz yüze olmada en az konuşulan şey kadar yüz ifadesinden de mesajlar alırız. Gözlerinin buğulanması, yüzün kızarması, gözleri kaçırma gibi pek çok sözsüz mesajı algılayabilmemize olanak sağlar. Böylelikle söylenen şeyle verilmek istenen mesaj hakkında bilgi sahibi olmuş oluruz. Genci dinlerken ne gibi iletişim engellerini kullanıyoruz;
Öğüt verme : Şöyle yapma, böyle yap...
Çözümgetirme: Bunu böyle yapmada şöyle yap.
Yönlendirme : Üzüleceğine otur da ders çalış.
http://www.odevforum.com
Yargılama : Sen zaten hep kolaya kaçarsın.
Eleştirme : Çocuk gibi davranıyorsun.
Ad takma : Geri zekalı, aptal! Soru sormak : Neden, niçin? Araştırmak : O sana ne dedi? İncelemek : Hanginiz önce söyledi?
Teşhis : Aslında sen öyle demek istemiyorsun...
Tanı koymak : Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum.
Tahlil etmek : Aslında senin derdin başka...
Teskin : Aldırma boş ver.
Teselli etmek : Düzelir canım,dert etme geçer, üzülme.
Konuyudeğiştirmek: Başka şeylerden konuşalım. gibi farkında olmadan kullandığımız iletişim engelleri ile karşımızda bize bir sorununu anlatmak isteyen gence : Anlaşılmamışlık, savunmaya girme, haksızlığa uğradığını hissetme, sorununun aslında önemsiz ve saçma olduğunu düşünme, sinirlenme, direnç gösterme, isyan, çaresizlik, kızgınlık vb. duyguları yaşatırız.
Oysa gencin yukarıda saydığımız pek çok iletişim engelindense en önce dinlenmeye, kabul edildiğini hissetmeye ihtiyacı vardır. Siz hiç bir çözüm getirme durumunda olmadan sadece sessizce dinleseniz bile gençte belli bir boşalıma sebep olacağınız için başarılı olursunuz. Daha sonra aktif dinleme ile sadece ondan aldığınız bilgileri daha sade biçimde ona yansıttığınızda dinleniyorum, kabul ediliyorum mesajını gence verirsiniz. Konuşurken sorununun çözümünü kendi kendine keşfetme olanağını da vermiş olursunuz. Anlaşıldığını, kabul edildiğini, koşulsuz sevildiğini bilen bir gençle iletişim kurmak hiç de zor olmayacaktır. Dolayısıyla sorunlarda kavgaya, isyana, çaresizliğe dönüşmeden rahatlıkla çözülecektir.
0 yorum:
Yorum Gönder