27 Eylül 2008 Cumartesi

Dillerin oluşumu detaylı bilgi

Dillerin oluşumu detaylı bilgi

Pek çok çalışmamızda bir gerçeği ifade etmeye çalışıyoruz..Bütün diller aslında tek bir kökenden gelmektedir diyoruz..Çünkü bunun mantığa en uygun olan görüş olduğunu biliyoruz..Zira insan denilen varlık çağdaş bilimin de kabul ettiği gibi tek bir atadan gelmişse, insanla birlikte gelişen dil de tek bir kökenden gelmiş olmalıdır..Bu dilin bir numunesini bebeklerin bebekçe konuşmalarında daha bilimsel bir ifadeyle “babıldama” döneminde çıkardıkları seslerde görebiliyoruz..Bilhassa b, m, v, g, d, a, ı, h, e sesleri gibi sesler bebeklerin de çıkarmakta zorlanmadığı, bizce ilk insanların da rahatlıkla kullandıkları seslerdendir..

Muhtemelen ilk insan ve onun yanındakiler bu bebeksi harflerden müteşekkil bir dili konuşuyorlardı..Bu dil basit bir dil gibi görünse de bütün dünya dillerini de içinde barındıran çekirdek bir dildi..Fakat şunu da söyleyelim yanlış anlaşılmamak için.Biz hiçbir çalışmamızda şöyle bir görüş öne sürmüyoruz: “Bütün dünya dilleri Türkçe’den türemiştir” demiyoruz.Yani vaktiyle dilimizdeki Arapça, Farsça ve diğer yabancı kelimeleri içimize kolayca sindirebilmemiz için geliştirilmiş olan Güneş Dil Teorisinin “bütün dünya dilleri köken olarak Türkçe’den gelir.” şeklinde ifade edilebilecek teoriyi savunmuyorum.Ancak onun da bir gerçeği ifade ettiğini, bu gerçeğin de “bütün dünya dillerinin ortak bir kökenden geldiği” gerçeği olduğunu sıklıkla ifade ediyorum.

İlk dünya dilinin Türkçe ya da başka bir dil olduğunun kesin bir şekilde bilinebileceği görüşüne katılmıyorum çünkü Türk diye anılan ulusun bir milletleşme serüveni vardır her millette olduğu gibi..Bir topluluğun milletleşmesi de hemen olmamaktadır.İlk insanın yaratıldığını düşünelim..Muhtemelen bu insanın milliyeti sadece insanlık idi.İblisle adem’in ilk mücadelesi de bunun bir göstergesidir..Herhalde ilk ulusun ya da boyun oluşması için en az bin yıl geçmesi, bu ilk insanların topluluklar halinde yeni coğrafyalarda yaşamaya başlamaları hatta değişik inançları benimsemeleri gerekecektir..Zira bir topluluğa ulus diyebilmemiz için onun alternatifi olan toplulukların da olması gerekir..

Vaktiyle Japonlar dünyayı sadece kendi adalarından ibaret biliyorlardı..Bu durumda Japonlar ulus değillerdi.Fakat onlar dünya insanlarının da varlığını hissettiler o zaman bir “ulus” olduklarını anladılar..Bu örneği daha belirginleştirelim..İlk insan topluluğu aynı coğrafyada yaşıyor, aynı dili konuşuyordu..Elbette lehçeleşme yer yer oluşmaya başlamıştı ama bu insanlar tek bir dil konuşuyorlardı.İnançları, gelenekleri de birdi.Alternatifleri olan bir başka topluluk yer yüzünde yoktu..Bu nedenle bu topluluğa biz “ulus” diyemeyiz..Bu topluluk olsa olsa “saf bir insan topluluğu” idi..İlk “insan topluluğu” ulus bile değilken onun konuştuğu dili “ herhangi bir ulusun dili” olarak adlandırmamız ne kadar doğru ve tutarlı olabilir?

Bugünkü anladığımız manada milliyeti olmayan bir insan topluluğu vardı o dönemde..Fakat zamanla göçler başladı..Bu göçler de elbette öyle gelişi güzel olmuyordu..Kuşları ve bazı hayvanları göçe sürükleyen iç güdüsel kamçılar benzeri içsel etkiler, ilk insanı ailesinden, yurdundan, coğrafyasından koparttı..İlk insan, bu göçleri yapmaya zorunluydu..Çünkü büyük bir plan vardı ve bu plana göre mesela Türkiye devletinin şu Anadolu topraklarında bugün var olacağı, Afrika’da bugünkü devletsel ve toplumsal yapılanmanın oluşacağı, İbranilerin nerede yerleşmesi gerektiği, Türk milletinin nerden varlık sahnesine çıkacağı, Amerika’nın ne zaman keşfedileceği; bütün bunlar ve daha fazlası öngörülmüştü..İşte dillerin oluşması ve başkalaşması da bu planın küçük bir parçasıydı..Ama etkileri çok büyük olan küçük bir parçası..

Bugün yer yüzünde kullanılan yazı sistemlerinin bile Fenike gibi ortak yazı sistemlerinden türediği bilinen bir gerçektir.Hatta ilk başta harflerin şekillerinin insanların ilişki içinde bulunduğu varlıklara benzetildiği de bilinen bir gerçektir.Göktürk yazısında “ka” harfi “ok” şeklindedir..Çünkü “ok” kelimesi “ka” sesini ifade eder..Yine “be” harfi “ev” şeklindedir..Bildiğimiz gibi “ev” kelimesinin aslı “eb” kelimesidir..Göktürk alfabesinde “eb” şimdiki “be” harfine karşılık gelir..Bu da gösterir ki eski Türkçe’de harflerin okunuşları bugünkü Anglo-Sakson kökenli dillerde olduğu gibidir..Örneğin, bizim bugün “ne” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi İngilizler “en” şeklinde, “re” şeklinde telaffuz ettiğimiz harfi “er” şeklinde telaffuz ederler..İşte Göktürkçe’de de harfler başlarına bir ünlü getirilerek telaffuz ediliyordu..Dillerin arızi vecheleri diyebileceğimiz bu yönlerinde bile bu denli benzerlikler ve ortaklıklar görülmesi de gerçekten ilginçtir..Bu ve benzeri arızi ortaklıklar ise cevherdeki, özdeki o müthiş kökendaşlığın yansımasından ibarettir.

Şu mağara resimlerini bir hatırlayalım.Nereye gidilirse gidilsin; ilk insanın çizdiği şekiller bile birbirleriyle benzerlik göstermektedir.Bu şekilleri ilk (ilkel) yazı olarak kabul edersek, ilk insanın yazı sisteminde, kullandığı harflerin bile aynı olduğunu açıkça görürüz..Demek ki bu insanların ortak bir atadan geldikleri ve beraberlerinde tüm ortak unsurlarını da gittikleri yerlere götürdükleri görülmektedir.Hatta bu ortaklığı ilk insanların farklı coğrafyalarda olmalarına rağmen kullandıkları aletlerde, anlattıkları efsanelerde, danslarında, müziklerinde ve daha pek çok özelliklerinde de görmekteyiz.İşte dil de bu insanların beraberlerinde götürdükleri ortak unsurlardan birisidir..Dillerin bu denli başkalaştığı ve birbirinden farklılaştığı hatta binlerce farklı dilin var olduğu günümüzde, bütün dünya dillerinin az iddialı çalışmalarda on iki dil ailesine kadar indirgenmesi (Merrit Ruhlen) daha cüretkar çalışmalarda ise bu dil ailelerinin daha az sayılarla ifade edilmeleri gösterir ki, dünya dilleri aslında ortak bir kökenden gelmektedir..

Dillerin nasıl farklılaştığını ve tek bir kökenden nasıl başkalaştığını açıklamak için bazı deneyler de uyguladım kendi çapımda.Hepinizin bildiği “kulaktan kulağa” diye adlandırılan o oyunu öğrencilerime oynattım..Yani onlar bir yerde bu dil olayını anlamam için birer denek olmayı gönüllü olarak kabul ettiler bu oyunu oynayarak..Öncelikle ön sırada oturan bir öğrencinin kulağına bir kelime fısıldadım.Bu kelime kulaktan kulağa dolaştı ve farklı bir kelime olarak karşıma çıktı..Örneğin “kelebek” kelimesi “kelle paça” kelimesine dönüşmüştü bir keresinde..Elbette bu bilinen ve de yaygın bir oyundu.Dildeki başkalaşmaların anlatımı için de örnek gösterilen bir oyundu..Her denememde ilk söylenen kelimenin ya düzensiz ya da düzenli bir biçimde değişime uğradığını gördüm..Yaptığım incelemeler ve araştırmalar neticesinde bu başkalaşmaların bir; öğrencinin kişisel yetenekleriyle ilgili (duyma, algılama, düşünme, hayal gücü vb…Wink ikinci olarak da dış etkilerle (gürültü, öğretmenin varlığı, akılda kalan bir şarkı sözü, yabancı bir dilin etkisi, savaşlar, bir ulusun hakimiyeti altında kalmak, gece izlenmiş ve etkisinde kalınmış bir film vb.. ile) yakından ya da uzaktan alakalı olduğunu gördüm..Bu otuz kişilik sınıf ölçeğinde uyguladığım bu deney, bin kişilik bir topluluk ölçeğinde uygulandığında kelime düzeyinde daha büyük değişimlerin yaşanacağını tahmin etmek güç olmasa gerek..Bir de bu kişiler kendi aralarında kelimelerin başkalaşmalarına sebep oldukları gibi, onların soylarından gelen nesiller de kendi aralarında bu kelimelerin başkalaşmasına öncülük edebileceklerdir.Aradan bin yıl geçtiğinde ise diller bambaşka şekillere bürünebileceklerdir..Bu şekilde pek çok farklı dil, lehçe oluşabilecektir..Ancak bütün bu farklılaşmaların ve de değişmelerin varlığı da bize en baştaki o sade ve tek dilli dönemi hatırlatacaktır..

Hatta günümüzde globalleşme çalışmaları, tek bir ortak dile, tek bir ortak devlete doğru gidiş meyli, aslında bir “başlangıça dönüş” hamlesidir..Hatta globalleşmeye karşı çıkan çevrelerin de aynı mahiyette ama “kapitalizmsiz tek bir vatan, tek bir millet, tek bir dil olmalı” tarzındaki düşünceleri de bu asla, ortak kökene dönüş arayışının bir göstergesidir..Bir alabalık nasıl ki derenin akış yönünün tersine yüzmek pahasına, doğduğu anavatanına, kökenine iç güdüsel olarak dönmek zorunda olduğunu hisseder ve o köken mevkiine döner. Bunun gibi de insanlık, aslında her şeyin ortak olduğu o ilk insanlık günlerinin, kendi şuuraltına genetiksel olarak kayıtlı hülyasına doğru koşmaktadır..Hatta dinler de getirdikleri “inanç” kavramıyla bu “tek” millet bilincini farkında olunmasa da binlerce yıldır canlı tutan tetikleyicilerdir.

Bahsettiğimiz bu köken dilinin mahiyetini ise şu anda tam manasıyla bilememekteyiz..Bilim adamlarına düşen; bu karanlık noktaları aydınlatmaya çalışmak olmalıdır..İşte biz de çalışmalarımızda; dilbilimcilerimizin, dünya bilim adamlarının ilgilerini, bu karanlık noktalara çekmeye talibiz..Zira doğruları sadece biz bulalım diye bir endişemiz yoktur.Ancak gençlerimizi, insanımızı, bilim adamlarımızı bu alanda düşünmeye, araştırmalar yapmaya zorlama gibi zor bir görevi omuzlanmış bulunuyoruz..Şimdi bu sorumluk duygumuzun bir gereği olarak ilk insanlık dili ile ilgili keşfettiğimiz bazı bulguları ya da geliştirdiğimiz bazı düşünceleri sizlerle paylaşacağız.

“Adem ve Havva Dili Teorisi” diye adlandırdığımız bir görüşümüzden bahsedeceğiz.Az önce bahsettiğim gibi bilim adamlarının çoğunluğu son zamanlarda gen bilimindeki ilerlemelerin de etkisiyle insanlığın “ortak bir dişi ve erkek” atadan geldiğini kabul etmektedirler.Bu gerçeği ise binlerce, on bilerce yıl öncesinden dinler ortaya koymuştur..Şaşırtıcı bir şekilde pek çok gerçeği binlerce yıl öncesinden bildiren kutsal kitaplar, pek çok alanda olduğu gibi ilk insanın oluşumu konusunda da bize yol gösterici olmaktadırlar..Biz kutsal kitapların İlahiliğini ya da gökselliğini bu yazımızda tartışma konusu yapmayacağız..Onları bilimsel bir referans olarak kabul edeceğiz..Bu kutsal kitapların en eskilerinden olan Tevrat’ta ve daha sonraları da İncil, Kur’an gibi kutsal kitaplarda adı geçen Adem ve Havva isimlerinden yola çıkacağız.İlk insan hakkında bu denli iddialı konuşan en eski ve ilk insana en yakın yazılı metinlerden biri olarak gördüğümüz Tevrat’taki bu birkaç kelimeyi inceleyeceğiz.Bu iki ismin ilk insan tarafından kullanılmış sesleri içerebileceğini kabul edeceğiz öncelikle..

1 yorum: