7 Ekim 2008 Salı

Osmanlı devletinde yenileşme hareketleri


çok uzun ama içinden işinize yarayan bilgileri alın

GİRİŞ


Osmanlı Devleti 17. yüzyılın sonlarına doğru kaybedilen savaşlarla tanışmaya başlamıştır. Kaybedilen savaşlar sonrasında sarsılan askeri otorite ve devlet düzeninin yanında, ekonomik ve sosyal hayatta olumsuz yönde etkilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti bu durumu düzeltmek için kendi içinde arayışlara başlamıştı. Fakat bu amaç doğrultusunda yapılan çalışmalardan iyi bir derecede başarı sağlanamamıştı. Osmanlı bu içinde bulunduğu durumu düzeltmek için yüzünü artık batıya çevirmeye başladı. Bunun ilk örneklerini III. Selim ve II. Mahmut’la vermiştir. Güçsüzleşen, Osmanlı’nın durumundan yararlanmaya çalışan batılı devletlerin baskısından, kurtulmak amacıyla Osmanlı Devleti 1839 da Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı’nı yayınlamıştır. Bu fermanların yayınlanması bile Osmanlı’nın hem içteki hem de dıştaki baskıları azaltmada yeterli olamamıştı. Değişen dünya şartları doğrultusunda Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu düzeltmek için II. Abdülhamit ve Mithat Paşa birlikteliyle Osmanlı’nın ilk anayasası olan Kanun-i Esasi 23 Aralık 1876’da ilan edilmiştir. Bu anayasa doğrultusunda ülke içinde seçimler yapılarak, 19 Mart 1877 de, Dolmabahçe sarayında padişah tarafından Osmanlı’nın ilk meclisi açılmıştır. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 harbinin patlak vermesiyle kapatma yetkisi elinde bulunduğuna padişah II. Abdülhamit 28.6.1877 günü meclisi kapatmıştır.


1.OSMANLI'DA YENİLEŞME ÇABALARI

Her imparatorluk yükseliş dönemini yaşadığı gibi bu sürecin sonunda duraklama ve daha sonrasında da dağılma dönemi yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu da yükseliş döneminin sonrasında duraklama dönemine girmiştir. Bu dönemde batı karşısında gerileyen, taşra birimleri üzerindeki denetimini yitiren, tüm kurum ve kuruluşlarıyla hızla çöküşe doğru giden devletin, içinde bulunduğu kötü durumdan telaşa düşen yöneticiler çözüm arayışlarını hızlandırdılar. Yeniden eski gücün kazanılması için, yerli kurum ve geleneklerin diriltilmesi yönündeki girişimler, bunları uygulayacak kadroların yetersizliği yüzünden başarılı olunamadı. Ayrıca kendisini yenileyecek iç dinamikleri tamamen körelen kurumlar, bozulanyapıyı onarmada yetersiz kalıyordu. Bu durumda, daha kolay ve uygulamaya konulabilecek hazır çözümler öneren Batılılaşma gündeme geldi.

Avrupa’da yeni bir siyasal düzen ve toplum anlayışının kapılarını açan 1789 Fransız İhtilali,, Osmanlı Devleti’nde “yenilikçi padişahlar dönemi”nin başlangıcıdır. III. Selim, 1808’e kadar süren iktidarında, askeri, idari, mali ve iktisadi alanlarda ilk köklü değişiklikleri başlattı. Bu köklü değişim çabaları daha çok askeri alanda olmuştur. Batı orduları karşında alınan mağlubiyetler sonunda tekrar başarılar kazanmak amacı güdülüyordu. Bu uğurda III. Selim Nizam-ı Cedid’i (Yeni Düzen) teşkil edecektir. Hareket esas itibariyle, dış görüntüsünde belirlendiği üzere sadece askeri değildir. Talim ve terbiyesi kalmamış bir insan yığınından ibaret olan yeniçeriler karşısında modern bir ordu tesis etmenin yanında, ulema sınıfının nüfuzunu kırmak, selâhiyetlerini azaltmak ve ayrıca Avrupalıların sanat ve ilimdeki ilerlemelerine ortak olucu sınâi, ziraî, iktisadi müesseselerden iktibaslar yapmak arzu ve iştiyakı mühim rol oynamıştır.

Yenileşme çabalarının süreklilik kazanması ancak II. Mahmud’un saltanatının son devresinden itibaren mümkün olabildi. Zarar gören devlet otoritesini onarmak, iç ve dış güvenliği sağlayabilecek askeri güce sahip olmak, mali ve ekonomik yapıyı güçlendirmek ve nihayet sosyal ihtiyaç olarak öne çıkan yenilikleri yapmak Sultan’ın esas amacı idi. İşte 1808 tarihinde Padişahın arzusu üzerine Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri İstanbul’a gelmişler ve devletin bu kötü durumuna son vermek için çareler aramaya başlamışlardır. Neticede Sadrazam ve Anadolu ve Rumeli Beylerbeyleri bir metin tespit edip, bu metinde belirtilen esaslara sadık kalındığı takdirde, Osmanlı Devleti’nin eski haline gelmesinin mümkün olduğu görüşünde birleşmişlerdir. Bu metne Sened-i İttifak ismi verilerek 7 Ekim 1808 tarihinde ilan edilmiştir. Bu imzalanan metin o tarihe gelinceye kadar hükümdarlık haklarını hiçbir kayıt ve şarta tabi olmaksızın kullanabilme hakkını bu metinle tespit edilen esaslara göre sınırlandırılmıştır.
Osmanlıda başlayan bu yenileşmenin yanında batılaşma hareketleri iç ve dış sebepler sonucunda devam etmiştir.


TANZİMAT FERMANI (TANZİMAT- HAYRİYE) (GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU) - 3 KASIM 1839
·
Tanzimat Fermanını, Londra elçiliğinden Dışişleri Bakanlığına getirilen " Mustafa Reşit Paşa " hazırlamıştır.
·Ferman, Topkapı sarayının Gülhane bahçesinde, padişah, sadrazam, yabancı devletlerin elçileri, patrikler, büyük devlet memurları önünde "Mustafa Reşit Paşa " tarafından okunmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlaması nedeniyle Sultan II. Mahmud döneminde başlayan yenilik hareketleri ve Sultan Abdülmecid'in tahta çıkar çıkmaz ıslahat hareketine devam etmek amacında olduğunu göstermesi Osmanlı Devlet yapısındaki değişimin başlangıcıydı. Sadrazam Mustafa Reşid Pasa, Gülhane Hatt-i Hümayununu Padişah adına kaleme almış; devlet ve birey arasındaki ilişkilerde devletin modernleştirilmesi amacına dayanan temel ilkeler kabul ve ilan edilmiştir. Tanzimat Fermanı’nın tam metni şöyledir ;
Herkesin bildiği gibi, devletimizde, kurulusundan beri Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tab'asinin refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, yüz elli yıl var ki, birbirlerini izleyen karışıklıklar ve çeşitli nedenlerle şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü. Oysa, şeriat yasaları ile yönetilmeyen bir ülkenin varlığını sürdürebilmesinin imkansızlığı açık seçik ortadadır.

Tahta geçtiğimiz mutlu günden bu yana bütün çabalarımız, hep ülkenin kalkınması, ahalimiz ve fakirlimizin refahı amacına yönelik oldu. Eğer, yüce devletimize dahil ülkelerin coğrafi konumu, verimli toprakları ve halkının yetenekleri göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Tanrı'nın yardımı ile, beş-on yılda kalkınabileceğimiz söz götürmez.

Ulu Tanrı’nın yardımına ve Peygamberimiz hazretlerinin ruha niyetine sığınarak, yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.

Söz konusu yasaların basında can güvenliği; irk, namus ve malin korunması; vergi toplanması; halkın askere alınıp silah altında tutulma süresi gibi hususlar gelmektedir. Söyle ki; Dünyada can, ırz ve namustan daha kıymetli birsek yoktur. Bir insan bunları tehlikede görünce, yaradılıştan kötü olmasa bile, canini ve namusunu korumak için olmadık çarelere başvurur. Bunun devlet ve memlekete zarar vereceği açıktır. Buna karşılık, can ve namustan emin olan bir kimse sadakat ve doğruluktan ayrılmaz, isi ve gücü ile devletine ve milletine yararlı olur.

Mal güvenliğinin olmadığı yerde ise kimse devlet ve ulusuna ısınamaz, ülkesinin yükselmesi ile ilgilenmez, hep korku ve üzüntü içinde yasar. Buna karşılık, malından, mülkünden emin olmadığı zaman hep kendi isi ve isinin genişletilmesi ile uğraşır. Devlet ve millet gayreti, vatan sevgisi kendisinde her gün artar.

Vergi konusuna gelince: Bir devlet, ülkesini korumak için askere ve gerekli öbür masraflara muhtaçtır. Bu, para ile olur. Para, tabladan toplanacak vergiler ile oluştuğundan bunun en iyi şekilde toplanması gerekir.

Evvelce gelir sanılmış olan "yeddi vahit" belasından ülkemiz ham dolsun, kurtulmuşsa da yıkıcı bir yöntem olup hiçbir zaman yararlı sonuç doğurmamış olan iltizam usulü hala sürüyor. Bu, ülkenin siyasi islerini ve mali konularını bir adamın keyfine, hatta cebir ve zulmüne teslim etmek demektir. Bu adam iyi bir insan değilse hep kendi çıkarına bakar, bütün davranışlarında kötülüğe, zulme yönelir. Bu nedenle, ülkemiz insanlarının her biri için, malına ve gelirine göre bir verginin saptanması ve kimseden bundan fazla birsek alınmaması gerekir. Yüce devletimizin karada ve denizdeki askeri masrafları ile öbür masrafları yasalarla belirlenip sınırlandırılmalı ve uygulama ona göre yapılmalıdır.

Askerlik de, yukarıda belirtildiği gibi, önemli konulardan biridir. Ülkenin korunması için asker vermek halkın baslıca borcudur. Fakat, bir memleketin mevcut nüfusuna bakılmaksızın, şimdiye kadar yapıldığı gibi, kiminden tahammülünden çok, kiminden az asker alınması hem düzesizliğe; hem tarım, ticaret ve bayındırlık işerinin kötü gitmesine; hem ömür boyu askerlik bıkkınlığa; hem de nüfusun azalmasına yol açar. Bu nedenle, her memleketten alınacak asker miktarı için uygun yöntem konulmalı ve dört veya beş yıl hizmet için sıra usulsü getirilmelidir. Bunlar yapılmadıkça devletin kuvvetlenip gelişmesi, huzur ve asayişin sağlanması mümkün olmaz. Bütün bunların dayanağı yukarıda açıklanan hususlardır.

Bu nedenle, bundan böyle suç isleyenlerin durumları şeriat yasaları gereğince açıkça incelenip bir karara bağlanmadıkça kimse hakkında, açık veya gizli, idam ve zehirleme işlemi uygulanmayacaktır. Hiç kimse, başkasının ırz ve namusuna saldırmayacaktır. Herkes malına, mülküne tam sahip olacak, bunları dilediği gibi kullanacak, bunu yaparken de devlet büyüklerinin müdahalesine uğramayacaktır. Birinin suçlulugunun saptanmasi halinde mirasçilarin o isle ilgileri bulunmayacagindan suçlunun mallari elinden alinip varisleri miras hakkindan yoksun birakilmayacaklardir.

Yüce devletimizin tab'asi Müslümanlarla öbür uluslar bu haklardan tam yararlanacaklardir. Can, irz, namus ve mal konularinda, ülkemizin tüm halkına şeriat yasaları gereğince garanti verilmiştir. Öbür konularda da oybirliği ile karar verilmesi için, Meclisi Ahkam-i Adliye üyeleri gerektikçe artırılacaktır. Yüce devletimizin bakanları ile ileri gelenleri belirli günlerde orada toplanarak, görüşlerini çekinmeden açıkça söyleyeceklerdir. Can, mal güvenliğine ve vergilerin belirlenmesine ait yasalar böyle hazırlanacaktır.

Askerlikle ilgili konular Baba-i Seraskeri Dar-i Şurası’nda görüşülüp karara bağlandıktan sonra sonsuza dek uygulanmaları için tasdik edilmek üzere tarafıma gönderilecektir. Söz konusu yasalar sırf din, devlet, ülke ve ulusu kalkındırmak amacı ile çıkarılacaklarından bunlara tam uyacağımıza yemin ederiz. Bu konuda, Hırka-i Şerife odasında, tüm din adamları ile bakanların hazır bulunacakları bir sırada yemin edecektir.

Din adamı ve vezirlerden yasalara aykırı hareket edenlerin, kanıtlanacak suçlarına göre, rütbelerine ve hatır ve göçüle bakılmaksızın cezalandırılmaları için özel ceza yasası çıkarılacaktır.

Memurlara yeterli maaş bağlanmış olup, henüz bağlanmış olanlarınkiler de belirlenecektir. Bu yolla da, şeriata aykırı olan ve ülkenin gerilemesinde başrolü oynayan rüşvet belası güçlü bir yasa ile ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bütün bu sayılan hususlar eski hükümlerin tümden değiştirilmesi demek olacağından işbu fermanımız İstanbul halkına ve ülkemiz halkına duyurulacaktır. Bundan başka, dost devletlerin de bu yönetimin sonsuza dek uygulanmasına tanık olmaları için fermanımız, İstanbul’daki tüm büyükelçilere resmen bildirilecektir.

Tanrı hepimizi basarili kilsin; yasalara uymayanlar Tanrı’nın lanetine uğrasın ve ömürleri boyunca rahat yüzü görmesin. Amin.

İlanının Nedenleri :
·Avrupalıların içişlerimize karışmasını engellemek
·Halkın sosyal yapısında yenilikler yaparak çağdaşlaşmayı sağlamak
·Mısır valisi M.li Paşaya karşı Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak
Önemi : Tanzimat fermanıyla Osmanlılara " Kanun " gücü girmiş oluyordu. Esaslı sonucu, Tanzimat dönemi aydın tipi yetiştirerek eğitimde vermiştir.

ISLAHAT FERMANI ( 1856 )

Tanzimat fermanı yeterli bulunmayarak, gayr-i Müslimlere daha fazla hakların verilmesi için 1856'da yayınlanan ferman. Gül hâne Halt-i hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapılması kararlaştırılan yeni bir düzenin program ve prensiplerini içine alır. Bu ferman esâs olarak Tanzîmât hükümlerini tekrarlayan, onları açıklayan ve genişleten bir fermandır.
Rusya, Avrupa siyâsetinde TED' sırlı bir rol oynamaya başladıktan sonra, Osmanlı Devleti'ni tasfiye ederek sıcak denizlere inmeği ana siyâseti kabul etmişti. Bu gayesine erişebilmek için devletlerarası münâsebetlerin ortaya çıkardığı imkânlara göre; ya Osmanlı topraklarını Rus imparatorluğuna katacak, bu olmazsa ayni toprakları alâkalı Avrupa devletleriyle paylaşacak, bu da olmazsa, Osmanlı arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasını sağlayıp, bunları yeri geldikçe kontrolü altına alacaktı. İlk iki yol imkânsız göründüğü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip, faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Bu gayenin tahakkuku için Osmanlı Devleti içerisindeki Ortodoks tebeayi himaye etme ve imtiyazlarını çoğaltmak isteklerinde bulundu. Diğer taraftan, Rusya’nın sıcak denizlere inmesini, bilhassa Akdeniz'e inerek Hindistan yolunda tehlike teşkil etmesini istemeyen İngiltere de Ruslara karsı çıkıyor ve Osmanli Devleti'ni destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni olurken, diğer taraftan Osmanlı Devleti'ni Ruslarla meşgul ederek Hindistan'da serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyâsetinde Rusya ve İngiltere’den geri kalmak istemiyor, Rusya’nın Akdeniz'e inmesinin Fransızların buradaki ticâretine sekte vuracağını düşünüyordu. Bu maksatla Osmanlı Devleti'ni Ruslara karsı destekliyordu. Diğer taraftan da Osmanlı Devleti içindeki Katoliklerin hâmiliğine talim oluyordu. İste bu siyâsî atmosferde 1854 senesinde çıkan Osmanlı Rus harbinde, Avrupa devletleri Osmanlı kuvvetlerinin yanında yer aldılar.

İngiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855'de Viyana'da Kirim savası sonrasında yapılacak antlaşmanın esaslarını görüşerek bâzı kararlar almışlar ve 16 Aralık 1855'de bir antlaşmaya varmışlardı. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararların dördüncü maddesi; "Osmanlı memleketlerinde bulunan Hıristiyan tebeanin hakları, pâdişâhın istiklâl ve hâkimiyetine asla dokunulmamak şartıyla tasdîk olunacak, pâdişâh bu hususta Rusya’nın muvafakatini icaba ettiren bir taahhütte bulunacak" idi. Bu maddede de görüldüğü üzere Osmanlı ordusunun kazandığı zafer bile, gayr-i Müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, İngiltere ittifakı tehlikesi karsısında bu kararları kabul etti. Osmanlı hükümeti, kendi Hıristiyan tebersi ile ilgili maddenin devletin iç islerine karışma anlamına geleceğini bildirerek, 16 Aralık tarihli kararlar arasında yer almamasına çalıştı ise de basarili olamadı. Neticede bu maddenin programlaştırılması için su tezler ortaya atıldı. Rus tezi: "Osmanlı Devleti sınırları içinde yasayan Hıristiyanların hak ve imtiyazları Avrupa devletlerinin müşterek garantileri altına alınmalıdır." İngiliz tezi: "Tam ölçüde bir din serbestliği ve hukuk eşitliği sağlanmalıdır." Fransız tezi: "Müslüman tebaa ile Hıristiyan tebaa arasında cemiyet, haklar, vergiler, millî eğitim ve devlet meç' murluklarina geçme bakımından sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldırılarak Gülhâne hattında işaret edilen tebaa eşitliği tam manâsıyla geliştirilmelidir." Baba-i âlî, Rusya’nın teklifini, hükümranlık haklarına müdâhale, İngiliz teklifini de İslâmiyet’i küçültücü gördüğü için, Fransız teklifini kabul etti. Ayrıca yapılacak Paris konferansında Rusların gayr-i Müslimler konusunda bir istekleri ile karsılaşmak istemiyordu. Fransız tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Baba-i Âli’ye bırakıldı.

Alî Pasa hükümeti tarafından îlân edilen bu fermanın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Bu şekilde hazırlanan ferman, Paris konferansından önce, 28 Şubat 1856'da Baba-i Âli’de Islâhat halt-i hümâyûnu adıyla devlet erkânı, şeyhülislâm, patrikler, hamambaşı ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz beş maddeden meydana gelen fermanın getirdiği önemli hususlar özetle şunlardı:

1- Tanzimat fermanı ile değişik din ve mezheplerdeki bütün tebaaya verilen teminât, bu fermanla yenilendiğinden, bunların uygulaması için gerekli tedbirler alınacaktır.
2- Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar kânun önünde eşit olacaklardır.

3- Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Baba-i âlî tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecektir.
4- Patrikler kayda-i hayat şartıyla bu makama seçileceklerdir.
5- Cemâatlerin ruhanî reislerine verdikleri ceviz ve av âidât tamimiyle kaldırılarak hepsi maaşa bağlanacaktır.
6- Şehir ve kasabalarda bulunan azınlıklara ait kilise, manastır, mezarlık, okul ve hasta hâne gibi yerlerin tamir veya yeniden yapılmasına izin verilecektir.

7- Hiç kimse din değiştirmeye zorlanmayacaktır.
8- Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebaa eşit olarak kabul edilecektir.
9- Irk, din, dil, farkı gözetilmeyecek ve hiç bir mezhebe diğerine üstün sayılmayacaktır.
10- Bütün toplumlar okul açabilecektir.
11- Hangi uyruktan olursa olsun her vatandasın eşit ve serbest şekilde ticâret ve ekonomik girişimlerde bulunması sağlanacaktır.
12- Müslümanlar ile gayr-i Müslimler arasındaki dâvaları görmek üzere, karışık mahkemeler kurulacaktır.

13- Yabancı devlet ile yapılacak antlaşmalar gereğince yabancılar da Osmanlı Devleti sınırlan içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.

14- Her cemâatin ruhanî reisiyle, devlet tarafından bir sene müddetle tâyin edilecek birer meç' mumu, bütün tebeayi ilgilendiren meselelerde Meclis-i valeyi ah kâm-i adliye müzâkerelerine iştirak ettirilecektir.

Islâhat fermanı da, maddelerinden anlaşılacağı üzere Tanzimat fermanı gibi Osmanlı imparatorluğu içerisindeki gayr-i Müslimleri, özellikle Hıristiyanları Müslümanlarla ayni haklara kavuşturmayı esas almıştır. Bu iki fermanın görünürdeki gayeleri, bütün Osmanlı toplumunu; irk, din ve dil ayrımı gözetmeden kaynaştırmayı sağlamak idiyse de tatbiki aksi oldu. Bu ferman, gayr-i Müslimlerle Müslümanları kaynaştırmak söyle dursun, çeşitli gayr-i Müslim unsurların hattâ ayni mezhepten olan çeşitli ırkların bile birbirleriyle bir arada yasamalarını sağlayamadı.

Bu ferman, konu olarak, sâdece Müslüman olmayan uyruğun ayrıcalıklarını genişletmiştir. Nitekim Tanzimat’ın ve arkasından 1856 Islâhat fermanının getirdiği yeni haklarla, Osmanlı tebersi içindeki gayr-i Müslimlerin durumu Müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nın himaye siyâseti sayesinde büyük ekonomik güce sahibe olan azınlıklar, yavaş siyâsî haklara da kavuşuyorlardı. Artık resmen millet terimiyle tanımlanan dînî cemâatlerin gelişme ve genişleme imkânları artmış bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanlı hükümetini böyle bir fermanı îlâna mecbur bırakması, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukukî ve kültür alanlarında yeni çıkarlar sağlamayı hedef alıyordu. İngiltere, Kirim savası ile Rusların sıcak denizlere inmesini önlemiş, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almış, ayrıca Katoliklerin hâmiliğini üzerine almıştı. Rusya ise savaşta kaybettiğini bu fermanla masa basında kazanmıştı. Ayrıca Alî Pasa'nin bu fermanı Pâris antlaşması maddeleri içinde yer almasını istemesi, batili devletlerin iç islerimize müdâhalesine imkân verdi.

Islâhat fermanı, Gülhâne Halt-i hümâyûnu gibi sessizlikle karşılanmamış ve çeşitli yönlerden eleştirilmiştir. En büyük eleştiriyi Fransız elçisi; "Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlık edeceğini me' mûl etmez idik (ummazdık). Can ning (İngiliz elçisi) ne dediyse vükelâyı devlet-i âliyye (Osmanlı devlet adamları) kabul etti. Eğer biraz dayanılmış olsaydı, ben bâzı mertebe kendilerine yardim ederdim" diyerek olmaması gereken bir gafleti dile getirmiştir. Cevdet Pasa da; "Bu Islâhat fermanından dolayı millet-i islâmiyye dilgîr (gönlü kırık) olarak vükelâyı hâzirayi fasi ve mezemmet (kötüler) oldular" diyerek fermanın nasıl karşılandığını ifâde etmektedir. Hâriciye nâzın Fuâd Pasa ise aksine bu belgenin andlasmaya konulması ile yabancı müdâhalenin önleneceğini savunmuştur.

Islâhat fermanında gayr-i müslim vatandaşların lehine olduğu kadar, onları tedirgin eden hükümler de bulunmakta idi. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahsedilen dînî imtiyazlarla muafiyetlerin yeni şartlar dâhilinde tetkiki, papazların öteden beri cemâatlerinden almakta oldukları haraç ve keyfî aidatın ilgâsıyla aylığa bağlanmaları ve bütün ruhanî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulması gibi esaslar, onlara çok ağır gelen hükümler idi. Bu yüzden Müslümanlar kadar gayr-i Müslimlerde (Tanzimat fermanında olduğu gibi) Islâhat fermanının aleyhinde bulunmuşlardır. Devlet içerisinde bu şekilde karşılanan Islâhat fermanı, uygulamada da bir çok güçlüklerle karsılaştı. Bunlar, Osmanlı Devleti'nin yapısı, Avrupa’nın siyâset, cemiyet ve ekonomi alanında geçirdiği gelişme ve Paris andlasmasina imza koyan devletlerin islerine karışmalarından doğuyordu. Bu sebeple de bâzı hükümleri kağıt üzerinde kaldı.
Mustafa Reşîd Pasa tarafından hazırlanan Tanzîmât fermanı ile onun yetiştirmesi Alî Pasa tarafından hazırlanan Islâhat fermanı arasındaki fark, hazırlık safhasında kendisini gösterir. Tanzîmât fermanı hazırlanırken açık bir yabancı tefsiri görülmezken, Islâhat fermanı Alî Pasa ile İstanbul’daki Fransız ve İngiliz elçileri arasında kararlaştırılmıştır. Gülhâne halt-i hümâyûnu, yayınlandıktan sonra yabancı elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildiği hâlde, Islâhat fermanı Paris konferansına katılan devletlere, Paris andlasmasinin bir maddesinde işaret edilmek için gönderilmişti. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin iç ve diş siyâsetinde bir yabancı müdâhalesine yer vermişti.

Bâzı bati tarzı kuruluşların ülkeye girmesi ile cemiyetteki kuruluş ve anlayış farklılaşması, islimi müesseselerin yanında bati taklitçisi bir anlayış ve bati taklidi kuruluşların TEDsisine sebebe olmuştur. Tanzimat ve Islâhat fermanları devletin çöküşünü engellemesinde hiç bir müspet tefsiri olmamış, aksine ülkedeki tebaa ve cemiyetler arasında yeni ve daha büyük problemlerin çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Meselâ Suriye'de büyük bir galeyan başladı. Arkasından 1858'de Cidde'de Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında çatışma çıktı. Fransız ve İngiliz konsolostan öldürüldü. Bunun üzerine İngiliz ve Fransız donanmaları Osmanlı Devleti'ne sormadan şehri bombaladılar. Faillerden on kişiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde bir Osmanlı toprağı idi. Bağımsız bir devletin topraklarında islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandırması milletlerarası bir kaide, teamül olduğu hâlde, batili devletlerin buna aldırdıkları bile yoktu. Nihayet, Lübnan'da da büyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861'de "Lübnan Nizâmnâmesi" imzalandı. Buna göre; Hıristiyan bir valinin başkanlığında Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhat fermanı batili devletlerin istediği, meyveleri vermeye başladı.

I.Meşrutİyet ( 23 Aralık 1876 ) (kanun-İ esasİ) ( İlk anayasa )
·
Tanzimat döneminde, Avrupa ile yakın ilişkiler içinde olan, Avrupa'yı yakından gören ve onların Osmanlı Devleti üzerine siyasi emellerini öğrenen bir aydın sınıf yetişti. Bunlara "Jön Türkler" ya da "Genç Osmanlılar " denilmiştir. Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa , Serasker Hüseyin Avni Paşa önemli temsilcileridir.
·Genç Osmanlılar, Osmanlı Devletinin kurtuluşunu içinde yaşayan halka yönetme hakkı vermekle, gerçekleşeceğine inanıyorlardı.Böylece halk yönetime katılacak, kendisini temsil edecek, dış devletlerin Osmanlı Devleti içine müdahalesine ortam hazırlanmamış olacaktı.
·Meşrutiyeti ilan etme sözü veren, II.Abdülhamit V.Murat'ın yerine tahta çıkarılmıştır.
Önemi :
·Osmanlı Devletinde ilk kez rejim değişikliği oldu.
·Tüm azınlık guruplara parlamentoda temsil hakkı tanınmıştır.
·Osmanlı halkı ilk kez yönetime katılma, seçme ve seçilme haklarına kavuşmuştur.
·Osmanlı Devletinde ilk kez Anayasal Düzen kuruldu.
·Osmanlı Parlamentosu ; Padişahın seçtiği üyelerden oluşan Ayan Meclisi ve Halkın seçtiği milletvekillerinden oluşan millet Meclisi olarak iki meclisten oluşmuştur.
·Hıristiyanlardan 44, Yahudilerden ( Musevilerden ) 4, Müslümanlardan 71, (Toplam 119) ve Padişahın belirlediği 26, ayandan oluşmuştur. Meclis başkanlığına Ahmet Vefik Paşa seçilmiştir.
Not : 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşının başlaması üzerine, meclisin uyumlu çalışmadığı gerekçesiyle II.Abdülhamit, parlamentoyu dağıtarak, Meşrutiyet rejimini yürürlükten kaldırmış, 30 yıl boyunca sıkı, baskıcı bir yönetim izlemiştir.

II.Meşrutiyet ( 24 Temmuz 1908 )

1877-1878 Osmanlı - Rus Savaşını ( 93 Harbi ) bahane eden II.Abdülhamit Meclis-i Mebus an'ı kapatarak,Anayasayı yürürlükten kaldırdı.Ülkede İstibdat ( Baskı ) uygulayarak yönetmeye başladı. Aydınlar bu durum üzerine Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe girmesi amacıyla gizlice mücadele etmeye başladılar.Bu mücadelede merkezi Makedonya'da Selanik bulunan " İttihat ve Terakki Partisi " en etkili olan kuruluştur. Bu dönemde M. Kemal’de Suriye'de " Vatan ve Hürriyet " adlı bir cemiyet kurduysa da bu cemiyetin Suriye'de etkili olamaması nedeniyle bu cemiyet İttihat ve Terakki Cemiyetiyle birleşmiştir.
1908 yılında İngiltere ve Rusya'nın Reval'de görüşmeleri , bu görüşmelerde İngiltere'nin Rusya'yı Osmanlı Devletine karşı izlediği politika da serbest bırakması üzerine mücadele hızlanmış Makedonya'da Resneli Niyazi adlı subayın isyan etmesiyle II.Abdülhamit Meşrutiyeti II.defa ilan etmek zorunda kalmıştır.( 24 Temmuz 1908 ).
II.Meşrutiyetle birlikte İttihat ve Terakki Partisinin karşısına " Ahrar " partisi kurulmuştu.Parti Meşrutiyet rejimine karşı tavır izlemekteydi.Sonuçta İstanbul'da 31 Mart Olayı ( 13 Nisan 1909 ) dediğimiz ayaklanma çıktı.

Önemi :
Osmanlı Devletinde rejime karşı çıkan ilk ayaklanmadır.

Bu ayaklanmayı merkezi Selanik'te bulunan "Hareket ordusu" bastırdı.Ordunun komutanı Mahut Şevket Paşa, Kolağası
( Kurmay başkanı) M. Kemal’di.


Sonuçları :
·Hareket ordusu isyanı bastırdı,İstanbul'da düzen yeniden sağlandı.
·II.Abdülhamit ayaklanmayı bastırmadığı, hatta ayaklanmada rolü olduğu gerekçesiyle tahttan indirilerek yerine V.Mehmet Reşad tahta geçirildi.
·Anayasada bazı demokratik değişiklikler yapılarak,Padişahın yetkileri sınırlandırıldı.
·Karışıklıklar tam olarak önlenemedi.

0 yorum:

Yorum Gönder